ROY DRANAT YA DA NAM-I DİĞER ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR


Şevket Süreyya Aydemir... Önce devrimci, sonra inkilâpçı... Bir devrimci inkilâpçı olabilir, bir inkilâpçı da sonra devrimci olabilir, ama devrime sırtını dönerek ihanet eden bir devrimci artık devrimci değildir ve inkilâpçı olmayı yeğlemişse yalnız inkilâpçıdır. Şevket Süreyya Aydemir için ne denebilir ki? Devrimci mi, inkilâpçı mı?

Nâzım söylüyor, önce devrimci ve sonra inkilâpçı olduğunu anlatıyor. Oradan anlıyoruz ki Şevket Süreyya Aydemir, önce devrimci sonra inkilâpçıdır. Şevket Süreyya’yı anlamak ve anlatabilmek için Nâzım’a bakmak gerekiyor. Nâzım, Şevket Süreyya Aydemir’i “Benerci Kendini Niçin Öldürdü”de anlatıyor. Benerci’de bildiğimizin dışında, farklı bir Şevket Süreyya portresi ile karşılaşıyoruz. Şevket Süreyya, “Benerci Kendini Niçin Öldürdü”de Roy Dranat olarak karşımıza çıkıyor. Roy Dranat’ı anlamak, Şevket Süreyya’yı anlamak ve tanımaktır. Tanıtan ve anlatan Nâzım Hikmet’tir. Şevket Süreyya, Nâzım’ın Türkiye Komünist Partisi’nden arkadaşı… “Benerci Kendini Niçin Öldürdü”de Nâzım Benerci, Somedeva Hasan Ali Ediz, Roy Dranat da Şevket Süreyya Aydemir’dir. Adı geçenler destan şiirin -Shakespeare türü tragedyanın- kahramanlarıdırlar... Bir de güzel bir İngiliz Ajanı var. Benerci’nin beklediği kadındır. Kapı açılarak gelir beklenen kadın. “Beklettim mi?” diye sorar, Benerci yanıtlar; “Çok/Ama zarar yok...”1 Kadın Benerci’nin elinden tutar, Benerci beline sarılır. Nâzım da “Benerci Kendini Niçin Öldürdü”nün kahramanlardan biridir ve Berenci olarak simgesel olmanın dışında, kendi adıyla da var. Benerci öyküsünü ona anlatır, şiirin sonunda onun silahıyla intihar eder. Benerci’nin İngiliz ajanı olarak bilmeden sevdiği kadına olan aşkını onaylar Nâzım. “Sevmek mükemmel iş delikanlım. / Sev bakalım... / Mademki kafanda ışıklı bir gece var, / benden izin sana, / seeeeev / sevebildiğin kadar.” Aşk mı? Olmadığını görüyoruz. Benerci’nin sevgisi karşılıksız. İngiliz kadının Benerciye sunduğu aşk değil, bir görev. Vera için de benzeri kuşkular var. Sarışın İngiliz, Benerci’nin de içinde bulunduğu devrimcileri İngiliz Hükümeti’ne, oranın işkencehanelerine ve nemli zindanlarına teslim etmek için vardır. Gerçekten çıkarsız ve karşılıksız bir sevgi var mı yüreğinde/bilincinde? Görmüyoruz, Nâzım yazmıyor. Her öykü kurucu gibi, Nâzım da güzeller güzeli kadının ajan olduğunu bilmiyor şiirin başında. Benerci kadınla odaya girdiğinde tuzağa düşürüldüğünü ve kadının kimliğini ancak böylelikle anlıyor. Benerci’nin anlaması Nâzım’ın da anlaması demek. Nâzım’ın yine de sevgiye/sevgiliye itirazı olmayacağını düşünüyorum, sevmeyi bilen ve çok seven bir adam olarak ‘sevebildiğin kadar sev’ diyebilecektir, ama davaya ihanet etmeden, kirletmeden aşkı... Kendisi de yaşamına giren/yaşamına girdiği kadınları sevebildiği kadar sevdi. Nâzım’da sevmek yaşamaktır. Nâzım bir büyük devrimci ve bir büyük sevme ustasıdır.

Bir yanda Nâzım, karşıda Şefik Hüsnü, Baytar Mehmet, Hamdi Şamilof, Faik Usta, Vedat Nedim Tör, Hasan Ali Ediz, Şevket Süreyya Aydemir...

1 Ocak 1925. TKP 2. Kongresi İstanbul’da toplanır. Nâzım Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi (KUTV) delegesi olarak kongreye katılır. Merkez Komitesine seçildiğini görüyoruz. Sistemin, Komünist Partisi’ne direncinin ve dayanmasının olmadığı da görülüyor. Kongreden birkaç ay sonra Takrir-i Sukun Yasası çıkarılıyor, TKP’nin çalışmaları durduruluyor, parti kapatılıyor ve üyeleri tutuklanarak İstiklal Mahkemeleri’ne çıkarılıyor. Bu gelişmelerden sonra TKP 1926’da bu kez Viyana’da toplanıyor. Nâzım’ın, Şefik Hüsnü eleştirisi bu kongrede yapılıyor, Nâzım yeni bir kongre istiyor. Böyle bir karar alınıyor ama uygulanamıyor. Üç yıl sonra Nâzım TKP’nin Türkiye ayağı için gurup kuruyor. Şefik Hüsnü itiraz ediyor ve gurubu dağıtmasını istiyor. Nâzım bunu yapmıyor. Karşılık olarak Şefik Hüsnü, Nâzım’la birlikte olan TKP Türkiye Seksiyonu üyelerini partiden topluca atıyor. Nâzım ve arkadaşları ‘Polis ajanı’, ‘Kemalizm’in Kuklası’, ‘Troçkist’ ilan ediliyor. Nâzım bir süre sonra tutuklanıyor, hapse atılıyor ancak, TKP bu tutuklanmanın, Kemalizm’in bir oyunu, komünistleri yanıltma amaçlı olduğunu ilan ediyor. Kemalistler’in Nâzım’ı av olarak ortaya sürdükleri ve onun üzerinden TKP üyelerini avlayacakları iddia ediliyor. Kimden öğreniyoruz? Bu büyük savı kim ortaya atabilir? Ağır bir suçlamadır. Suçlamayı yapan partinin Türkiye kolu başkanı Şefik Hüsnü’dür, Komintern yayınlarında da böyle bir yazı, yayımlanır. Yalnız Şefik Hüsnü mü? Değil! Hasan Ali Ediz de aynı iddiaları yineler. Nâzım’a yapılan bir büyük haksızlıktır.

Benerci Kendini Niçin Öldürdü” bu asılsız suçlamaya yanıt olarak yazılmıştır. Benerci’yi ayrıca yazmak istiyorum. Bu bir giriş olarak kabul görmelidir. Kısa bir özet vermek yerindedir. Benerci’de anlatılanlar İngiliz işgali altındaki Hindistan’da geçer. Benerci Hindistan Komunist Partisi Kalküta İl Komitesi üyesi olarak İngiliz Emperyalizmi’ne karşı savaşmaktadır. Gizli bir toplantı sırasında İngiliz polisi toplantıyı basar, kongre üyeleri tutaklanır. Altı üye tutuklanırken Benerci serbest bırakılır. Bu onun ajan olarak suçlanması anlamına gelecektir, arkadaşları tutuklandıktan sonra salıverilmesinden işkillenirler, onu ajan olarak görürler, ilişkilerini keserek, Benerci’yi yalnız bırakırlar. Öykü Benerci ekseninde, Somedova üzerine kuruludur. Somedova, Hasan Ali Ediz’dir. Şevket Süreyya’ya geliyoruz. Nâzım, Benerci’de isim vererek Roy Dranat’tan, nam-ı diğer Şevket Süreyya Aydemir’den de söz eder.

Roy Dranat -siz Şevket Süreyya anlayın- Benerci’yi şöyle tanımlar; “-Benerci sen / yüksek dağların çayırlarında biten / keskin kokulu / göz alan renkli bir otsun. / Fakat / devedikeninden / daha faydasız bir ot.” Roy Dranat Benerci’yi ihanetle suçluyor ve değersizleştiriyor. Gözalıcı buluyor ama devdikeninden bile değersiz bir ot olarak görüyor. Nâzım’a bakışıdır. Benerci kendini savunmaya ve hain olmadığını açıklamaya çalışıyor. Roy Dranat dinlemiyor bile onu, hain olduğundan emin görünüyor. Donkişot’a benzetiyor Benerci’nin kendini aklama çabalarını. “Benerci sen bir Don Kişot’sun, / kahraman / ve gülünç / bir Don Kişot / Benerci bil ki / neticeler çıkarmak / öyle mümkün değil ki... / Hayat öyle karışık. / Geç efendim bunları bırak, / akşamüstü serinlikte teferrüce çık... / Ve Yahya Kemal Bey’i asrileştir biraz, / yaz: / ‘Şöyle rahat bir kûşeye sığındık da biz / Dehrin bu hayı huyuna mecbubu handeyiz...’/ Gerisini at. / İşte felsefei hayat.”

Burada duralım. Nâzım’ın, Şevket Süreyya ile arkadaşlığı nasıl ve nerede başladı? Yolların birleşmesidir ve KUTV’a çıkar. Sonra herkes kendi yoluna gidecek. Yolların bitimi mi? “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?’nün yazılmasının gerekçesi olan Nâzım’ın partiden ihracıdır. Bir hesaplaşmadır Benerci, Nâzım’ın bir dönemler aynı kadari paylaştığı dostlarıyla bilançosudur.

Şevket Süreyya 1897’de Edirne’de doğdu. 1877’de Osmanlı-Rus Savaşı başladığında, ailesi Bulgaristan’ın Deliorman Yöresinden Edirneye kaçtı. Büyükbabası’nın Deliorman’da büyük toprak sahibi olduğu biliniyor. Göçler sırasında Kazak akınları sonucu aileden birkaç kişi kurtularak Edirne’ye sığınır. Deliorman’da zengin bir yaşam süren aile Edirne’de yoksuldur. Annesi dikiş dikerek, babası da bahçevan olarak çalışarak yaşamlarını sürdürdür. Annesi Mevlevi’dir. “Çok dindar” şerhi düşülüyor, Mevlevi Tarikatı’na katılacak kadar deniliyor. Soyadını Kafkas Cehpesinde geceleri okuduğu Müfit Tek’in romanından alıyor. Romanın kahramanının adı Aydemir’dir. Kafkasya’da yeni bir oluşum başlıyor, Müstakil Azerbaycan Cumhuriyeti, İstanbul’dan -öğretmen açıklarını kapatmak için- konuk öğretmen gönderilmesini istiyor. Şevket Süreyya gönderilen öğretmenler arasındadır ve Bakü’ye geliyor. Sevgilisi olacak Sitare’yle de Azerbaycan’ın Nuha kentinde tanışıyor. Ermenilerin soykırıma başlamaları üzerine, bu tehdidi önlemek için kurulan gönüllü birliklerine katılıyor, birliğin komutanlığına kadar yükseliyor. Yaptıklarıyla Mufik Tek’in roman kahramanı gibi kurtarıcı olarak kabul görülüyor.

Şevket Süreyya henüz bir devrimci değil. İzten içe Kızılordu’ya karşı hayranlık beslemekte ancak sınıf kavramına yabancıdır. Başlangıçta, burjuvazinin tasfiyesi, feodalizmin ortadan kaldırılması gibi konulara ilgili duymadığı biliniyor. Entellektüel olduğundan kuşkumuz yok. Şark Milletleri Kurultayı’na Nuha delegesi olarak katılmasıyla sınıf kavgası kavramına ilgi duymaya ve giderek bilinçlenmeye başlıyor. Kurultayda Üçüncü Dünya Ülkeleri ile gelişmekte olan ülkeler aynı ideolojik yapı içerisinde bütünleşme çabasındadır ve bu birlikteliğin gerekçeleri onun bilincini yeniden belirler. Saygı duyduğu Enver Paşa bu kongrede eleştirilecek, Yeşil Ordu’nun Sosyalist ideolojiden yeterince uzak olduğu söylenecektir. Kurultaydan on gün sonra bu kez Bakü’de, Türkiye Komünist Fıkrası’nın toplantısındadır. Partiye üye olur. Evlenir, Moskova’ya geçer ve KUTV’a kaydolur, İktisat ve Sosyal Bilimler okur. Nâzım’la yolları KUTV’da kesişir. “Suyu Arayan Adam” öyzaşam öyküsünü anlattığı kitabının adı. Suyu aramaya başladığını ama mecra değiştirerek başka yönlere akmaya henüz başlamadığını düşünübiliriz. Nâzım’la dostlukları, Nâzım’ın yalnız bırakılmasına kadar sürecektir. Bundan sonra su başka mecraya dökülecektir.

Benerci’ye, yeniden dönebiliriz. Bir dipnot var. Benerci’nin söylemiyle aktarmıyor bu dipnotu Nâzım, dipnotun sonuna kendi ad ve soyadının baş harfleri olan N.H. koyuyor. Roy Dranat için şunları yazıyor dipnotta; “Okuyucularıma, ismiyle ilk defa karşılaştıkları Roy Dranat hakkında kısa bir malûmat vermeyi münasip buldum. Roy Dranat, Benerci’nin eski bir kavga arkadaşıydı. Fakat sonra galiba korktu, galiba sabrı tükendi ve galiba ruhunu satıp rahatı bulmak fırsatını ele geçirdi. Kavgadan ayrıldı. Şimdi Roy Dranat, İngiliz emperyalizminin emrinde, sakalsız, pelerinsiz ve kılıçsız, rahatını arayan zavallı, mustarip bir Faust’tur.”

Nâzım, “galiba korktu, galiba sabrı tükendi, ruhunu şeytana satıp rahatı bulmak fırsatını ele geçirdi” diyor Şevket Süreyya için... Bunları yazarken hangi somut gerekçelere dayanıyor?

1925’te Türkiye İşçi ve Çiftçi Fıkrası 1 Mayıs nedeniyle bir broşür yayımlar. Broşürde Marks-Engels’in “Komünist Fanifesto”da bitirirken kullandığı ve Marksizmin sloganına dönüşen ünlü sözü yer alıyor; işçi sınıfının zincirlerinden başka yitirecekleri şeyleri olmadığı söyleniyor “Dünyanın bütün işçileri birleşiniz” deniliyor. Türkiye’de bunun üzerine cadı avı başlatılacak, komünist olarak bilinen ne kadar insan varsa toparlanarak yargılanacaklardır. Yargılanmak üzere tutuklanan komünistler arasında Şevket Süreyya Aydemir de var. Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanacak ve on yıl hapse mahkûm olacaktır. Afyon Cezaevinde bir buçuk yıl yatacak, 29 Ekim 1927’de ilan edilen afla çıkacak. Tam nefes almaya başlayacakken bu kez aynı yıl 1927 Komünist tevkifatıyla yeniden tutaklanacak, yargılanacak ancak bu kez aklanacaktır. Korkmuş, sabrı tükenmiş olabilir mi? Korkularından arınacak, daha iyi koşullarda yaşamını sürdürmek için partisinden vazgeçmiş olabilir mi?

İki tutuklanma kırılma noktasıdır. Komünizm düşüncesinden vazgeçer ve Vedat Nedim Tör’le birlikte TKP’den ayrılır. Partiden ayrılışı da oldukça gürültülü ve kuşkulu olacaktır. Partiden ayrılmakla kalmamış, TKP’yi polise ihbar etmekle de suçlanmıştır. Artık Kemalist olduğunu söylecektir. Öyle olduğunu görüyoruz. Bir daha diline komünizm sözcüğünü almaz. 1928’de Ankara’da çalışan bir büroktattır. Rahata ermiş sayabiliriz.

1932 yılında Mustafa Kemal, Cumhuriyet ideolojisini yerleştirmek için bir dergi çıkarılması gerektiğini düşünmektedir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, Hüsrev Tökin 1932’de, Ocak ayında yayına başlayan bir dergi etrafında bunun için biraraya gelirler. Dergi’nin adı Kadro ve kurucuları da Kadrocular olarak anılacaklardır. Kadro’nun işlevi devrimleri kalıcı bir biçimde yaşama geçirmek ve bunu Cumhuriyet’in siyasal yapısı ekseninde yapmaktır. Siyasal yapı kurucusunun adını bu devinimin içine taşıyacaktı; Kemalizm... Devletçiliği savunuyorlardı ama Marksist değillerdi.2

Yeniden Benerci’ye dönüyorum.

Benerci bir köşebaşında Roy Dranat’la karşılaşır. Roy Dranat sarhoştur. Sokaktaki havagazı fenerinin altında dururlar ve Roy Dranat Benerci’nin elleri tutar. “Benerci belki siz haklısınız” diye söze başlar ve sürdürür konuşmasını; “Belki haklısınız. Fakat ben ‘dünyayı düzeltecek ben mi kaldım’a kadar düştüm. Mümkündür ki, ‘beş parmak bir olmaz’a kadar da alçalayım. Amma, bana öyle geliyor ki, sizin hakkınız var. Allahaısmarladık Benerci. Ben bu tarafa sapıp yoluma gidiyorum, sen de yoluna git.” Nâzım, Roy Dranat’ın uzaklaşmasını da yazar; “Roy Dranat, Benerci’nin ellerini bıraktı. Şapkasını çıkardı. Yerlere kadar eğilerek Benerci’yi selamladı: / ‘Belki, siz haklısınız’ /… / Sallanarak uzaklaştı.”

Bu Benerci’nin, Roy Dranat’ı yaşarken son görüşü olacaktır. Bir başka gün, Somedeva’nın yanından ayrılıp yürürken Roy Dranat’ın akşamüzeri bir gezintiden dönerken, soğuk alıp, zatürreden öldüğünü öğrenir. Roy Dranat’ın kaldığı otele gider. “Girdim ki içeriye, iki eli yanına gelmiş / yatıyor otel odasının / dört topuzlu karyolasında. / Ölü. / Omuzlarına kadar çarşafla örtülü, / gözleri açık... / Çarşafın altında ayakları; / acayip bir hayvanın dinleyen kulakları... / Gözleri bakıyor / ayakları arasından dolaba. / Dolabın aynasında görüyorum: / başını değil, / yüzünü değil, / kaşını değil, /kapakları açık, içi örtük gözlerini, / yalnız ölü gözlerini... / Gözleri bakıyor dolaba. / Ehramda bir kapı / açar gibi / açtım / dolabı. / Alt katta bir kutu var. / Kutuda ölünün hiç giymediği siyah kunduralar. / Ütülü elbiselerle dolu orta kat: / asılmış dolabın içine / sıra sıra elsiz ve başsız Roy Dranat. / Bir şişe permanganat, / yakalık, / mendil, çorap. / Bir kitap: / çok eski günlerde beraber okuyup / satırlarını beraber çizdiğimiz / bir kavga kitabı. / Kapadım dolabı. / Onun dolaba bakan gözlerini kapadım. / Artık satılacak bir yürek, / kiralık bir kafa bile yok. / Roy Dranat, hoşça kal, / mesele yok. / Yorgan gitti, / kavga bitti.” Çok eski günlerde birlikte okunmuş ve satırları birlikte çizilmiş kitap Komünist Manisfesto mu?

Ama o da ne, yeni bir notla karşılaşıyoruz. Nâzım yeni bir dipnota gereksinim duyuyor; “Yalnız şunu hatırlatmak isterim ki, Benerci emperyalizmi ve emperyalizm ile mücadeleyi, Neo-Hitlerist-Sosyal-Faşist-Sinyor-Fon Şevket Süreyya Bey gibi anlamıyordu.”

Nâzım, Roy Dranat’ı zattürreden öldürüyor ve artık Şevket Sürayya ile yollarını ayırıyor. Onun için Şevket Süreyya Aydemir artık yoktur, bitmiştir.

Şevket Süreyya, Ankara Ticaret Mektebi’nde Müdürlük, Yüksek Teknik Umum Müdür Yardımcılığı, Ankara Belediyesi İktisat Müdürlüğü, Ankara Ticaret Mektebi Kurucu Müdürlüğü, İktisat Vekâleti Sanayi Tetkik Heyeti Reisliği, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu üyeliği yaptı. İsmail Hüsrev Tökin’le birlikte hazırladıkları kalkınma planı İsmet İnönü’ye sunuldu ancak İsmet İnönü bu planı yeterli bulmayarak kabul etmedi. 1951’de Vekiller Heyeti kararı ile emekli edildi ve kendini bütünüyle yazmaya verdi. 25 Mart 1976’da Ankara’da evinde ölünceye kadar kitaplarını yazdı, Yön ve Devrim Dergileri 12 Mart karşıdevrimince kapatılana kadar, ardından Cumhuriyet Gazetesi’nde yazmayı sürdürdü. Bürokrasideki yaşamıyla galiba rahata da erdi.

Nâzım’ın, bir eski devrimci, yeni bir inkilâpçı olarak Şevket Süreyya Aydemir için yazdıkları biraz da dava arkadaşlarınca ihanete uğramışlığı ve yalnız bırakılmışlığından kaynaklanıyor olabilir, böyle de düşünülebilir.

Zaten Nâzım büyük harflerle ne yazıyor?

Yorgan gitti. / Kavga bitti.”

Giden yorganın kavgası olmaz.

Mutlu son değil belki ama...

Bitti!

---------------------------

  1. Nâzım Hikmet, “Benerci kendini niçin öldürdü?”, Adam Yayınları, 1991

Yazarın Tüm Yazıları