SABAHATTİN EYÜBOĞLU AYDINLIĞI


Bağımlılığı savunan “aydın” aydın sayılır mı? Aydın hangi konuda olursa olsun ve hangi konumda bulunursa bulunsun bağımlılığı savunabilir mi? Aydın ve bağımlılık, aynı anda aynı aydınlanmanın ortak çıktısı olabilir mi?

 

Oysa bağımsızlık aydın olmanın olmazsa olmazıdır. Aydın’ın görevi gerçeğe varabilmek için aklı sınırlayan, düşünmeyi engelleye, aydınlanmayı karartan bütün bağlardan kurtulmaktır. Ayak bağları yürüyememektir, yerinde durmak, saymak, giderek geride kalmaktadır. Yerinde durmak mı, gerilemedir. Bağımsızlık, aydın olmanın olmazlarından biri ise, ne adına ve nasıl olursa olsun bağımlık aydına ihanet değil midir? Aydın’ın aydın’a ihaneti, en büyük ihanettir.

 

Tam da öyle… Öyleyse aydın kavramı üzerinde yeniden ve bir kez daha düşünmek durumundayız. Günümüzde kavramlar içinden çıkılmaz bir biçimde yeniden kurgulandı. Alt-üst edildi. Tam bir bilgi kirliği var. Somut ve doğru sonuca varabilmek, çok bilinmeyenli denklem çözümlerini andırıyor. Ya da bilmece çözmeye benziyor.

 

Sabahattin Eyüboğlu bağımsız aydınlardandı. Akıl tutulmasına, düşünce yitimine, aydınlığın bulanmasına karşıydı. Öyle yaşadı ve geriye aynı mirası bıraktı. Salt deneme yazmadı, salt eleştiri ya da salt sanat tarihçisi değildi. Hem hepsiydi, hem de hepsinden de öteydi. Biri olmasa, belki diğeri de olmazdı. Hepsi oldu. Çağdaş bir aydındı ve ışığını kendinden sonrakilere de yansıttı.

 

1908’de Akçaabat’ta doğdu. 1908 devriminin çocuğudur. 1905 Devrimi’nin ardılıdır ve Çarlık Rusya’sındaki 1915 Ekim Devrimi öncesi, Osmanlı çıkışlıdır. Bu anlamda 1905 ardılı, 1917 öncülüdür. 2. Abdülhamit’in karanlık baskıcı yönetimine karşıdır. Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti, sonraları yalnızca İttihat ve Terakki olarak oluştu ve 3 Temmuzda Resneli Niyazi, Binbaşı Enver dağa çıktılar. Hürriyet ilan edildi, Kanun-ı Esasi yeniden yürürlüğe konuldu. Hasan Fehmi’nin öldürülmesi, 13 Nisan’da tutucu alaylı ve bir uçları cemaatlere dayalı, oradan kışkırtılmış askerlerce başlatılan ayaklanma, Hareket Ordusu tarafından bastırıldı.

 

Böylesine hareketli ve Osmanlının yapısını daha özgürlükçü bir biçimde değiştirmeye yönelik bir dönemde doğdu. İmparatorluktan, meşrutiyete, oradan cumhuriyete yürünülen bir büyük, bir uzun yürüyüştür. Emekledi ve ilk adımlarını bu dönemde attı.

 

İlköğretimini Kütahya’da, ortaöğretimini Trabzon’da, yüksek öğretimini, Mustafa Kemal’in istemi üzerine Avrupa’da eğitim için gönderilecekler arasında yer alarak Dijon’da, Lyon ve Paris Üniversitelerinde tamamladı. Dijon’da iki yıl, Lyon Üniversitesi’nde bir yıl ve Paris’te Sorbonne’da bir yıl öğretim gördü. Filoloji, estetik ve edebiyat okudu. İngiltere’de İngiliz dili ve edebiyatı üzerinde incelemeler yaptı. Okuduklarına hiç ihanet etmedi. Döndüğünde İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde doçent olarak görev aldı, ardından Başkentte eğitim müfettişliği, Talim ve Termiye Kurulu üyeliği yaptı. Cumhuriyetin mucizesi, Köy Enstitülerinden biri olan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde kültür tarihleri okuttu. Tercüme Bürosu’nun çocuğudur. Tercüme Bürosu’nda başkan yardımcılığı da yapmıştır. Aydınların yolu, bir biçimde Tercüme Bürosu’na düştü ve aydın tercüme odasında gelişti.

 

Kazançtır.

 

1946’nın yüz kızartan utançlarından ve günahlarından biri Köy Enstitülerine karşı yapılan suçlama ve kapatmadır. Tercüme Bürosu’ndaki ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nden uzaklaştırıldı.

 

Kayıptır ve iki kez kayıptır. Köy Enstitülerinin kapatılması bir büyük kayıptır ve Sabahattin Eyüboğlu’nun görevlerinden uzaklaştırılması da kayıptır.

 

Köy Enstitüleri için şunları söylüyor: “Köy Enstitüleri İstiklal Savaşı'nın getirdiği yeni bir Türkiye görüşüne dayanır her şeyden önce. Bu yeni Türkiye topraklarını kesin olarak sınırlamış İstanbul'daki sarayını, devasız dertlere düşmüş, ayağı yerden kesilmiş, dostunu düşmanını bilemez olmuş sarayını kökünden yıkmış, 'imtiyazsız, sınıfsız' olmasını dilediği bir halk devleti kurmuş, eski devletin bağlı kaldığı donmuş Doğu kültürünü de bırakıp yaşayan, gelişen Batı kültürüne yönelmişti. Atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimlerin dayandığı inanç, Türkiye halkının, büyük çoğunluğu köylü olan Türkiye halkının kendini yönetecek bağımsız bir devlet kurabileceği inancındaydı. Bu inanç olmasa bugün bizim dediğimiz Anadolu bizden başka herkesin olurdu. Halka dayanan, halka güvenen bir yeni devletin yapacağı ilk iş, halkın yaşadığı her yerde ve en çok da köylerde bir tek sözcüsünü olsun bulundurmak, barındırmak, desteklemekti. Köy Enstitüleri bu sözcüyü memleket ölçüsünde yetiştirmek amacıyla kuruldu”

 

1947’de yeniden yurt dışına, Fransa’ya gitti ve dönüşü İstanbul Teknik Üniversitesi’nedir. Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde karşılaştırmalı Türk-Fransız Edebiyatı dersleri verdi. İstanbul Teknik Üniversitesi, Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda Sanat Tarihi üzerinde yoğunlaştı.

 

147’lilerdendir.

 

147’liler olayı ortaya karışık salatadır. Başka bir biçimde tanımlanabilir mi? En uygunu budur. 60’lı yıllarda, üniversitelerde kerameti kendinden menkul edebi ve ebedi bazı profesörlerin gençlerin önünü tıkadığı düşünülüyordu. Kadro sorunu vardı ve alttan gelenlerin üstteki bu yapıyı aşmaları neredeyse olanaksızdı. 27 Mayıs 1960 İhtilali yapılmıştır, konu Milli Birlikçilerin gündemine gelmiştir Üniversitelerde temizlik yapılması, tıkanıklığın giderilmesi, alttaki birikimin önünün açılması için bazı profesörlerin üniversitelerdeki görevlerinden uzaklaştırılmaları tartışılıyordur.

 

İhtilalcilerin farklı düşünceleri vardı ve bütünlükten uzaktılar. 14’ler olayı somut bir kanıttır. Milli Birlik Komitesi üyeleri içinde iki görüş ayrışmayı getirmiştir. Çoğunluk, yönetim değişikliği ile Menderes iktidarının sonunun getirildiğini, ihtilalin yanlış değerlendirilmemesi, kamuda yanlış kanı oluşturulmaması için ivedilikle, seçimlerin yapılması ve yönetimin sivillere devrini savunmaktaydılar. Azınlık olanlar ise aynı kanıda değillerdir. İhtilal neden yapılmıştır? İhtilal bu biçimiyle sivillere devredilmemelidir. Ortada devam etmekte olan ve henüz tamamlanmamış bir ihtilal vardır. İhtilalin yapımını gerektiren kalıcı reformlar yapılmamıştır, bu iyileştirmeler yapılmadan yetki devri ihtilalin Başarsızlığa uğraması ve yeniden eskiye dönüş olarak değerlendirilmektedir. 14 Milli Birlik üyesi yetki devrine şiddetle karşıdırlar.

Ayrışmanın iyice belirginleşmesi üzerine ihtilalciler, ihtilalcilere yeni bir ihtilal daha yaparlar ve 13 Kasım 1960’ta, yetkinin sivillere devrinin yapılmamasını savunan bu 14 Milli Birlik üyesini gece operasyonu ile toplarlar, toparlananlar yurt dışındaki kimi büyükelçiliklere elçilik danışmanı olarak gönderilir. 60 ihtilali içindeki bu hesaplaşma 14’ler Olayı olarak anılacaktır. Elbette ki sürgündür ve cezalandırılmadır.

 

Yetki devrinin yapılmasını savunanların kendi içlerinde bir ve tek olduklarını düşünmek için yeterince bilgi bulunmamaktadır. Aksini düşünmek daha mantıklıdır ve konuya ilişkin bilgiler 14’ler dışında kalanların da farklı düşündüklerini düşündürmektedir.

Şöyle söylenebilir; kalanlar da kendi aralarında bir bütün değildirler. İçlerinde devrimci, sosyal demokrat ve Turancı olanlar vardır.

 

Üniversitelerde yapılan arındırma, görevden almaya yeniden dönersek, ilginç bir uygulama ile karşılaşılır. Kaş yapalım denilirken göz çıkarılacaktır. Milli Birlikçiler kendilerince bir karma yaparlar ve aşırı sağ, aşırı sol, aşırı dinci ve mason olarak gördükleri kimi öğretim üyelerini üniversiteden ihraç ederler.

 

Kurunun yanında yaş da yanacaktır. Her devrim kendi evlatlarını yer sözü de belki bunu da içermektedir.

 

İhraç edilenlerin bazılarının üniversite ile ilişiğinin kesilmesi için bir muhbir vatandaş’ın imzasız ihbarları bile yeterli olmaktadır.

 

Ali Fuat Başgil, Yavuz Abadan, Nusret Hızır, Mina Urgan, Tarık Zafer Tunaya, Haldun Taner ve Sabahattin Eyüboğlu üniversiteden uzaklaştırılanlar arasında yer alıyorlardı. Bunun dışında yine çok iyi bilinen isimlerden olan Sencer Divitçioğlu, İdris Küçükömer, Oya Sencer’in profesörlükleri reddediliyor, Fikret Narter, Sıddık Sami Onar, Suut Kemal Yetkin, Turan Feyzioğlu gibi rektörler ve öğretim üyeleri protesto amaçlı istifa ediyorlardı.

 

1962’de af niteliğinde bir yasa çıkarılıyor ve bu yasa ile üniversitelerden uzaklaştırılan ve ayrılan öğretim üyelerine geri dönüş hakkı tanınıyordu.

 

Sabahattin Eyüboğlu’nun göreve yeniden dönmesi bundan sonradır.

 

Eyüboğlu, yeniden İstanbul Teknik Üniversitesi’ne döndü, görevine devam etti.

 

Bu yeni bir başlangıç mıdır? Hem yeni bir başlangıçtır, hem de yeni başlangıçlar için başlangıçtır. Öyleyse yeniden başlamak, yalnızca yeniden başlamak değil, yeniden yeni başlangıçlar anlamına da gelmektedir. Tek bir başlangıç değil, başlangıçlar vardır ve dönüş yeniden başlangıçlar için ilk başlangıçtır.

 

Sorunun yanıtı; öğretim üyeliğine dönüş olarak evet ve ondan sonra yeni suçlamalar için de evettir.

 

Açalım. Yeniden başlangıçlardan bir diğeri Babeuf’un “Devrim Yazıları” kitabının Türkçeye çevrilmesi ile olacaktır.

 

Babeuf’ün “Devrim Yazıları”nı Vedat Günyol ile birlikte çevireceklerdir. Bu yeni bir serüvendir ve her serüven gibi içinde sos olarak tehlikeyi de barındırmaktadır. Otuz iki kısım, tekmili bir aradadır. Bu onları Türk Ceza Yasasının faşist İtalya’dan alınan ünlü 142. Maddesi ile yargılanmalarına neden olacaktır.

 

Suçlamak ve suçlanmak kolaydır, zor olanı aklanmaktır. Aklanmaları üç yıl sonradır.

 

Benzeri bir suçla 12 Mart’ta da karşılayacaktır. Vedat Günyol ve Azra Erhat’ın da aralarında bulunduğu gizli bir örgüt kurmakla suçlanacaklardır. Bu suçlamadan da aklanırlar.

Sistem hoşlarına gitmeyenleri, kendileri gibi düşünmeyenleri suçlamakta, yargılamakta, cezalandırmakta, asmaktadır. Yara almadan, örselenmeden çıkmak bir büyük yetenektir. Eyüboğlu bunlardandır.

 

Sabahattin Eyüboğlu’nun ilk yazısına 1930’da, Ankara’da yayımlanmakta olan ve dönemin en bilinen gazetelerinden biri olan Hâkimiyet-i Milliye’de görüyoruz. Hâkimiyet-i Milli cumhuriyet döneminin en önemli gazetelerinden biridir. 10 Ocak 1920’de kurtuluş sonrası, kuruluş aşamasında ülkenin yeniden yapılandırılmasında önemli bir rol oynamıştır. Mustafa Kemal gazetenin Ankara’da yayımlanmasını sağlamıştır ve kendisi de gazetenin yazarları arasındadır. Gazete yapısal olarak Kemalist ideolojinin tanınmasına, gelişmesine katkı sağlamıştır. Hâkimiyet-i Milliye daha sonra Ulus Gazetesi adını aldı ve yoluna devam etti.

 

Yine aynı dönemde Varlık, Tan, Ağaç, Kültür Haftası dergilerinde ona asıl yazar kimliğini kazandıran deneme, eleştiri, inceleme yazıları ile karşılaşıyoruz.

 

Tercüme, Yaprak, Yeni Ufuklar, Tanin, Cumhuriyet’te hümanist düşüncelerini ortaya koydu. Yaprak Dergisi’nde Yeni Şiir akımının, toplumsallaşması için görüşlerini yazıyordu. Halikarnas Balıkçısı, Orhan Veli, Cahit Külebi, Mehmet Başaran, Ceyhun Atıf Kansu üzerinde durduğu yazar/şairlerdendi. Sanat anlayışına uygun buluyordu ve buna yönelik değerlendirmeler yapıyordu. 1950’li yıllarda yazılarında emperyalizm gibi konular giriyordu ve dil devrimi ile birlikte yeni kültür hareketini savunuyordu.

 

Sabahattin Eyüboğlu’nun sanata ve yazına bakışı Anadoluculuktur. Yerel olunmadan, ulusal, ulusal olunmadan evrensel olunamayacağına inanıyordu. Batıcılığa bütünüyle karşıydı. Kültürü batıcılaşmak olarak anlayan görüşleri şiddetle reddediyordu. Anadolu Kültürü, batıdan ithal edilenler değil, Anadolu’nun en eski toplumlarının ortaklaşa bir ürünüydü. Yunan Kültürü’nü de Anadolucu olarak adlandırmaktan kaçınmayacaktır. Bu anlamda Selçuklu ve Osmanlı Kültürünü Anadoluculuk kavramı içinde görmez. Anadolucu Kültür, ilkçağ Anadolu toplumlarını içermektedir.

 

Eyüboğlu, 13 Ocak 1973’te İstanbul’da yaşamını yitirdi.

 

Mezarı ışıklar içerisindedir.

 

İçinde Anadoluculuk meşaleleri yanmaktadır.

 

Yazarın Tüm Yazıları