Turhan Selçuk, hem karikatüristtir hem de ondan öte… İkisi birbiri içindedir ve simyayla değil, kimyayla oluşmuş bir bütündür. Ne karikatürü Turhan Selçuk’tan, ne de Turhan Selçuk’u karikatürden ayıramazsınız. Giderek Turhan Selçuk hem karikatüristtir, hem de çizdiklerinin bütünüdür. Grafik mizah Turhan Selçuk’ta, Turhan Selçuk grafik mizahta bütünselleşmiştir.
Türk Dil Kurumu Güncel Sözlüğü, karikatür terimi için insan ve topluma, tekilden çoğula gönderme yaparak, “İnsan ve toplumla ilgili her türlü olayı konu alarak abartılı bir biçimde veren, düşündürücü ve güldürücü resim” olarak tanımlar. İkinci bir anlam daha verir ki, bu tanımı karikatür saymak bütünüyle olanaksızdır; “Beceriksizce yapılmış şey, taslak.”
Karikatür bütünüyle insana ilişkindir. İnsana ilişkin olan toplumsaldır da. İster insandan topluma, ister toplumdan insana, karikatür her ikisi için de kendisine ilişkindir ve resim ya da, İlhan Selçuk’un kitabına da verdiği adla grafik mizah, ille de güldürü amaçlı olmak durumunda değildir, karşıtı çok rahatlıkla söylenebilir; düşündürücü olmak zorundadır ama… Güldürmeyen, düşündüren grafik mizahtır da, düşündürmeden güldüren çizgiler için mizah, gülmece, karikatür tanımını kullanmak, pek de doğru sayılmaz. O zaman ikinci tanıma gitmemiz gerekir, beceriksizce yapılmış şey… Yine de her ikisinin bir arada olması da sıklıkla izlenebilir bir durumdur ve bizce en uygun açılım da budur; güldürerek düşünmenin ötesinde, düşündürerek güldürmek!
Karikatür, Fransızcadan gelip dilimize karışmış. Biz ona farklı isimlerle kuşatmışız; gülmece, mizah, grafik mizah, vs… Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü ve Güzel Sanatlar Terimleri Sözlüğü de yukarıda tanıma uygun biçimde açımlarlar karikatürü…
Karikatür tanımını, sözlükleri yapandan değil, karikatür çizenden almamızın daha doğru olacağı ortadadır. Turhan Selçuk, “Karikatür yirminci asrın sanatıdır, dediğimiz zaman, mevzuumuza pek uygun olmayan riyazî bir liman kullanmış olsak bile ‘asrımızı geliştirdiği ve el üstünde tuttuğu sanattır’ dersek pek doğru bir laf etmiş oluruz. Siz Gelir Vergisi Kanununa bakmayın; karikatürü güzel sanatlardan ayırmaya kalkışmak, mizahı edebiyattan sökmeye uğraşmak gibidir. Hele sanatın kütle için didindiği, halk için çalıştığı bu zamanda karikatüre dudak bükmek gaflet olur”1 diyecektir.
Karikatürün ortaya çıkışını, bugünkü kullanım biçimiyle algılayarak yirminci yüzyılın sanatı olarak tanımlasak bile –ki Turhan Selçuk bunun pek de uygun bulmadığını vurgular- onun ortaya çıkışını Rönesans’a götürmek zorundayız. Bize gelişi on sekizinci yüzyıldadır ve gölge oyunu olarak girecektir; Karagöz ve Hacivat da bir biçimde karikatürdür! Gülmece dergilerine karikatürün girmesi için on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısını beklemek gerekecektir.
Karikatür, başlangıcından bugüne, şaka etmek, yermek, küçük düşürmek, ya da çağdaş anlamda düşündürmek için kullanılmıştır. Bu biraz da kullanıcısının hangi amaçla onu ortaya koyduğuyla ilişkilidir. Yazınımızda yazılı gülmece ve yergi neyse, karikatür de yazılı ya da yazısız, gülmece ve yerginin resimli biçimidir.
Turhan Selçuk, karikatürün ne olduğunu anlamak için, tarihsel süreci izlemek gerekeceği kanısındadır. Açıklıkla Rönesans denmese de kelimenin asıl anlamıyla İtalyan kökenli olduğunu söyler. İtalyancada “Caricare”, hücum etmek anlamına gelmektedir. Karikatürün yapması gereken de budur. Öyleyse karikatüre düşen savunmada kalmak değil, hücum etmek, saldırmak, ileri atılmaktır.
Karikatürü ilk çizgiyle ifade edenler İtalyan ressamlarıdır. Da Vinci de bu anlamda karikatür çizmiştir yargısına kolaylıkla varılabilir. Leonardo da Vinci’nin resme de taslaklara da benzemeyen çizimleri vardır. Da Vinci bu çizimlerde, portre çizer ama çizdiği portredeki kimi ayrıntıları olabildiğince abartır, gülünçleştirir ya da insan-dışı bir görünüm verir. ‘Grotesk Başlar’ adını taşıyan iki çizim bunun somut örnekleri olarak alımlanabilir. İki portrenin solunda uzayıp giden ve normal ölçütler dışında çene dikkati çeker. Hemen karşısındaki portrede ise abartının neredeyse portrenin tamamında olduğu görülür; öne uzayan burun ve burnun da önünde abartılı bir üst dudak. Ancak en abartılı kısım boynun taşımakta zorlanacağı, dışarı çıkmış beyin niteliğindeki saçsız baştır.
Turhan Selçuk, karikatürün başlangıçta “bir nevi portre karikatür” olduğu görüşünü taşır. Öyleyse karikatür portre çizimleri ile başlamıştır ve giderek anatomik bütünlüğüne ulaşmıştır. Bu öyle bir portredir ki “…modelin bütün fiziki kusurları adese (mercek) ile büyütülerek acayip ve gülünç bir hale konulurdu. Yani ‘portrait charge’ dediğimiz iş azami kuvvetiyle yapılırdı. Modele karşı yapılacak bu hücumu tabir caizse biraz ‘kahpece’ diye tasvir etmek gerekir; zira insanların yaradılışındaki kusurları ile kimsenin alay etmeye hakkı yoktur.”2
Da Vinci’ye dönersek, ressamın burada insan yaradılışındaki kusurları alaysama düşüncesi yoktur. Eleştirel bir yaklaşımdır söz konusu olan. Çok konuşan geveze ve koca kafalı bir idareciyi ya da politikacıyı eleştiriyor olabilir büyük ressam.
Öte yandan Turhan Selçuk’un şu saptaması yerindedir; “Humour kelimesini önce İngilizler benimsemiştir. Voltaire meşhur mektuplarından birinde Anglosaksonların, mizahı ‘humour’ kelimesi ile ifade ettiklerini bildirdikten sonra fi tarihinde Corneille’in eserlerinde ‘humour’ kelimesinin kullanıldığına işaret ediyor.” Ve ekliyor; “Her ne olursa olsun İngilizler ‘humour’ u ilk önce benimsediler ve kullandılar.3
Turhan Selçuk Çizgi mizahın tarihçesini anlatırken, on yedinci yüzyılda İtalya’da görülmeye başlanan hayvan başlı insan resimlerine değinir. Bu tür resimlere ‘carıcaro’ denilmektedir.
Caricature kelimesini ilk kullanan 1690’da Venedik’ten İngiltere’ye yerleşen T. Browne’dir. İsim babası olarak göstermekte sakınca bulunmamaktadır. Politik karikatürü geliştiren ve ona ‘Cartoon’ adını veren de John Leech adlı karikatüristtir. 1887’de sözsüz öyküleri içeren kitapçıklar Henry Mayo ve Faugasse tarafından çıkarılacaktır.
Turhan Selçuk, bütün bu tarihsel gelişmeler üzerinden şu sonuca varır; “Grafik resimle, grafik mizah arasındaki fark çizgilerin mizahla (humour) yüklü olmasıdır. Yani çizginin eğiliminde mizah vardır. Düşündüren veya güldüren budur. Bizde ‘karikatür’ ve ‘karikatürcü’ kelimeleri yanlış olarak kullanılmaktadır. / Konulu çizgilere ‘dessin d’humour’ ve çizerlere de ‘humorist’ denmektedir. Bunun karşılığı ‘mizahi çizgi’ ve ‘mizah çizeri’ olmalıdır.
Turhan Selçuk için de mizah çizeri, çizdiklerine de mizahi çizgi olarak -onun söyleminden yola çıkarak- anabiliriz. Turhan Selçuk, önce düşündürmeyi, ardından güldürmeyi göstermektedir.
Çizgi filmler ilkin Amerika’da yapılmaya ve gösterilmeye başlar, bunu Avrupa izleyecektir. Ancak filmlerin konusu o ülkeyi yüceltecek ya da düşündürmenin ötesinde eğlendirecek içeriktedir. Giderek gülmece filmlerine de yansıyacaktır bu durum. Chaplin bir istisnadır.
Emperyalizmin, kendisine silah olarak kullanılmak üzere gülmececinin doğrulttuğu namluyu, o silahı doğrultanlara çevirmek için kullanmak isteyeceği ortadadır. ABD ve AB gülmecesinde bu açıklıkla görülebilir. Giderek bu anlayışın bizim ülkemizde de kullanıldığı, gülmecenin amacından saptırılarak bu biçimde kullanılmaya başlanıldığı güdümlü, içeriği boşaltılmış bir gülmeceye evirilmek istediği anlaşılmaktadır.
Grafik mizah, günlük karikatürün de ötesinde konulu bant karikatür biçiminde Turhan Selçuk’un çizgilerinde bugüne taşınacaktır. Abdülcanbaz, tek başına bile Turhan Selçuk’u temsil eden bir çizgi kahramandır. Abdülcanbaz’ın bir başka özelliği de ilk kez tiyatroya aktarılan bir çizgi kahraman olmasıdır. Dostlar Tiyatrosu, Abdülcanbaz’ı “2 fasıl-12 kısım tekmili birden, Çalgılı Komedya” olarak sahneye koyacaktır. Turhan Selçuk sayı da verir ve 1971’de oyunlaştırılan Abdülcanbaz’ın 377 kez oynandığını, 123.733 kişi tarafından izlendiğini yazar. 1993 yılında bu kez Devlet Tiyatrosu tarafından yeniden sahnelenecektir.
Karakter olarak Abdülcanbaz, demokrattır, düşünce özgürlüğünden, insan haklarından yanadır, laiktir, Atatürkçüdür, halkın yanında ve halktan biridir. Gözlüklü Sami ise bütün bunların karşıtıdır ve Abdülcanbaz, Gözlüklü Sami’ye karşı savaşır.
Turhan Selçuk, Ege’lidir. 1922’de Muğla iline bağlı Milas İlçesinde doğmuştur. Ancak baba mesleği onu tam bir Evliya Çelebi gibi gezgin kılmıştır. İlkokula İstanbul’da başlamasına karşın, ikinci sınıfı Aydın Karacasu’da, üçüncü ve dördüncü sınıfta Aydın’dadır. İlkokulu bitirdiği yer ise Sivas Yıldızeli olacaktır. Bunu Ankara, İstanbul, Silifke, tekrar İstanbul, Adana izleyecektir. İlk karikatürlerinin yayımlandığı il de Adana’dır, Türk Sözü’nde çiziyordur. 1942’de Adana’da Malatya Mensucat Fabrikası’nda emekçidir. Akbaba’da çizmeye başlaması 1943’dedir. Refik Halit Karay’ın Aydede Dergisinde çizdiğinde 1948’de baş karikatürcüdür. Çizgilerinin değişime başlaması, Osmanlı klasik karikatür anlayışından, Steinberg’ci modern karikatürün etkisinde kalmasıyladır. Bu aşamaya evrilmesi, onu giderek Batı karikatürünü incelemeye yöneltmiştir. Bu dönemde izlediği karikatürcüler Syverson, Andre François, Chaval ve Steinberg gibi karikatürde kendi çizgilerini yakalamış karikatürcülerdir. İlk karikatür sergisini 1951’de İstanbul Şehir Galerisinde açacaktır. İlk mizah dergisini İlhan Selçuk’la birlikte 1952’de Kırkbirbuçuk adıyla çıkarır. Yurtdışından döndükten sonra bunu Karikatür, Dolmuş gibi dergiler izleyecektir. Abdülcanbaz’ın doğum tarihi 1957’dir, Milliyet gazetesi doğumevi sayılır. 1961’de Doğan Avcıoğlu’nun Yön ve daha sonra Devrim dergilerindedir. 1971’de yolu Cumhuriyet gazetesine düşecektir. Bir yıl sonra Abdülcanbaz’ı Ahmet Mekin, Gözlüklü Sami’yi Genco Erkal sahnede canlandıracaktır. 1980’de yeniden Milliyet’tedir. Ayrıntıları geçerek yazmak gerekirse, Abdülcanbaz 1991’de pulların üzerindedir. Yolu yine Cumhuriyet’e düşecektir ve artık Evliya Çelebi yorgundur. Gidecek başka bir il ve çizecek zaman kalmamıştır.
Abdülcanbaz’ın iki doğumu vardır. Abdi İpekçi, Turhan Selçuk’tan yerli bir çizgi roman ister ve o aralar yayımlanmakta olan yabancı bir çizgi romanı örnek gösterir. Konusu ve devamlılığı olan bir çizgi roman olmalıdır bu. Turhan Selçuk, Aziz Nesin’den öyküyü yazmasını ister. Aziz Nesin’in öyküsü izleğinde Abdülcanbaz üçkâğıtçı bir turist rehberi olarak doğar. Bu onun ilk doğumudur. İlk öykünün bitimi onun ölümü sayılmadır ve Anka gibi yeniden ikinci kez doğumu. Aziz Nesin ikinci öyküyü yazmaktan vazgeçince, bu kez Rıfat Ilgaz devreye girecektir. Ancak dönemin yapısı da göz önüne alındığında Rıfat Ilgaz’ın öykü yazmayı düzenli olarak sürdürmesi olanaksızdır. İş başa düşer ve Turhan Selçuk Abdülcanbaz’ın metinlerini de kendisi yazmaya başlar. Abdülcanbaz artık bütünüyle yenilenmiş ve değişmiştir. O Ahlaksız, üçkâğıtçı adam gitmiş, yerine olumsuz karakterlerle savaşan, cumhuriyet’in kazanımlarını ve ilkelerini savunan, devrimci, tam bağımsızlıkçı yeni bir karakter gelmiştir.
Şuna rahatlıkla söyleyebiliriz; Abdülcanbaz Turhan Selçuk’tur! Çizimlerindeki geometriye bakarsak, biçimsel olarak da Turhan Selçuk’a benzediğini çıkarsayabiliriz.
Milliyet Sanat Dergisi’nde kendisi ile 1972’de yapılan bir söyleşide, Abdülcanbaz karakterini yaratırken, yozlaşmış bir çizgi roman türünden, grafik sanatın çizgi yapısını kullanarak kişilik vermeye çalıştığını söyleyecektir. Bunu yaparken yuvarlak çizgilerle süren karikatür çizimlerinde bundan vazgeçerek hem yuvarlak hem de köşeli çizgilerle birlikte çizmeye başlayacaktır. Sert ve düz çizgileri de kullanmaktan kaçınmayacaktır.
12 Mart darbesi Turhan Selçuk’u da işkence ile tanıştıracaktır. İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom öldürülünce, 22 Mayıs 1971’de İstanbul’da sokağa çıkma yasağı konulacaktır. Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Mümtaz Soysal, Uğur Mumcu, Samim Kocagöz, Muammer Aksoy bu dönemde gözaltına alınan aydınlardır. Bir gün sonra gözaltına alınan aydınların sayısı yüzü aşacaktır. Turhan Selçuk da bunlardan biridir.
Darbenin büyük hedeflerinden biri Doğan Avcıoğlu’dur. Turhan Selçuk da Avcıoğlu’nun Devrim dergisinin çizeridir. 23 Mayıs sabahı karikatür çizen ellerine kelepçe takılır. Önce Beşiktaş İnzibat Komutanlığı’na, ardından Balmumcu’daki Toplum Polisi Karargâhına götürülür. Orada kaldığı altı gün boyunca işkence görür.
İlhan Selçuk daha önce Güldiken Dergisinde, daha sonra da Cumhuriyet’te de yayımlanan “Turhan”4 adlı yazısında, onun dünyasının gerçek dünyanın eleştirisi olduğunu, bu dünyanın alternatif bir dünya olduğunu ve coğrafyada dördüncü boyutta olduğunu yazar. Zaman korkusunu aşmıştır Turhan Selçuk.
Turhan Selçuk’la ilgili en iyi saptamayı, İkinci Yenin en önemli temsilcilerinden biri olan Cemal Süreya yapar. Onun çizgi anlayışını Steinberg’ten ayırır. “Siyasal olmayan yapıtlarında zaman zaman Turhan’ın us dışına dadanmak istediğini görüyoruz. Baştan sona kendi kendini çizen bir karikatürün, çizgide mizahın olanaklarını deniyor. Çizgi artık bir araç olmaktan çıkıyor da bir ortam oluyor sanki. Komik öğenin ötelerine kaydı sanıyorsunuz. Yine de tam us dışı çalışmalar diyemeyiz bunlara. Çünkü mutlaka bir siyah beyaz, mutlaka bir karşılaştırma işlemi, mutlaka bir simetri oluyor derinde. İdenin önceliği ve egemenliği bütün bağlantılarda korunuyor. Yine de gerçeğin dış yapısındaki yerleşik mantığa tutunuyor, o yapıda incelikleri sunuyor Turhan. Böyle olması onun sanatının yararınadır diyorum. Çünkü yapıtındaki tutarlığı hiç yitirmemiş oluyor. Çıkış noktasını kalkındıran, zenginleştiren bir araştırmacı kimliği kazanıyor5 diye yazacaktır.
Turgut Çeviker, bir dönemlerin karikatür kültürü nitelikli dergisi olan Güldiken’de Türk karikatürünün “üç büyük ustası” olduğundan söz eder. Bu üç büyük usta Türk Karikatürünün olmazsa olmazıdırlar. Çeviker bunların ilkinin Cemil Cem, ikincisinin Cemal Nadir, üçüncüsünün de Turhan Selçuk olduğuna işaret eder.6 Her üçü de karikatürün ustaları olmanın ötesinde üç ayrı dönemi de simgelemektedirler. Karikatürün üç mevsimini de… Dördüncü mevsim hazan’dır, her aydın’ın ölümünde yaşanır.
Grafik mizah da aralarında olmak üzere gülmecenin, günümüzde yükümlülüklerini yerine getirmediğini görüyoruz. Yükünü hafifletmek ister gibidir. Bıraktıkları gülmecenin olmazsa olmazı, siyasal ve toplumcu yanıdır. Ötenazi diyebiliriz. Buna karşın yine de en çok karikatür sanatçısının yargılandığı bir süreçtir yaşanılan. Ve en çok gazetecilerin üzerlerine atılmak istenilen suçu bile bilmeden tutuklandıkları, zindanlara konuldukları, iddianamelerin bile geç hazırlandığı karanlık bir korku imparatorluğu dönemdir yaşanılan/yaşatılan.
Gülmecedeki yozlaşmaya ilişkin, Turhan Selçuk da aynı kanıdadır. Mizahın yozlaştığını, grafik yanının dışlandığını, çok yazı ve çok çizgili bir karmaşa içinde olduğunu söylemektedir. Kardeş sözüne, İlhan Selçuk’un “Çizgilerin soyutlanmasında mizahın geometrisine varmaktır” söylemine gönderme yapar. Çizgilerin soyutlanması ve mizahın geometrisini oluşturan bu yozlaşma içinde çizgiler birbirini karışır, düşündürmeye ilişkin içerik boşaltılır, bütünüyle eğlencelik ve emperyalizmin mizahı yönlendirme biçimine uygun olarak yeniden üretilir ve öylece de tüketilir.
Karikatürün gelişimi totaliter dönemlerde olacaktır. Bir başkaldırı biçime olarak doğan karikatür, baskı rejimlerinde gelişecek ve kendini baskılamaya çalışan otoritenin karşısına dikilecektir. Turhan Selçuk, Aydınlık Dergisinde kendisi ile yapılan bir söyleşide, Türkiye’ye göndermek yaparak şunu söyler: “Ama Türkiye’de karikatürcüler baskı altında oldukları halde bu gelişmeyi göremiyoruz.”7 Aynı söyleşide bu görüşünü başka vurgularla da pekiştirir; “Karikatür bir aydınlanma sanatıdır. Bu aydınlanma sanatının sonuçlarını bugünkü karikatürlerde göremiyoruz” Onu izleyen soruya verdiği yanıt da bunu açıklıkla ortaya koyar; “Bugünkü mizah dergileri eskisi kadar etkin değil. Sadece güldürüyü amaç edinmişlerdir. Düşündürücü olmaktan uzaktır.”
Sanırım asıl düşündürücü olan da budur!
Turhan Selçuk 11 Nisan 2010’da yaşamını yitirdi.
Şimdi Nevşehir’in Hacıbektaş İlçesindeki mezarında, Abdülcanbaz’ın otuz iki kısım tekmili birden yeni macerasını çizmektedir.
-----------------------------------------
1. Turhan Selçuk, Grafik Mizah, İris, 1. Baskı, İstanbul, s.3
Age. S. 10
Age. S.11
İlhan Selçuk, Turhan, Cumhuriyet, 12.03.2010
Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçeklerle, Ada Yayınevi, l. Baskı, 1976.
Bknz. Turgut Çeviker, Güldiken, güz-2004
Aydınlık, 14.3.2010, s.1178, S.45