GÖZLERİ AŞKA GÜLEN ADAM: BEDRİ RAHMİ EYUBOĞLU


Bedri Rahmi Eyuboğlu için “gözleriyle Anadolu’yu gören adam” derler. Gerçekten de Bedri Rahmi Eyuboğlu Anadolu’yu bir çocuk merakı ve sevecenliği ile görmesini bilmiştir. Anadolu sevgisi’nin şiirlerine ve resimlerine yansıması da bundandır. Ölümünden kısa bir süre sonra, Bedri Rahmi Eyuboğlu’yu anlatan bir belgesel film çekildi: “Gözleri Anadolu’yu Gören Adam”

 

Bu betimleme hem yerindedir hem eksiktir. Bedri Rahmi yalnızca gözleriyle görmekle yetinmez, Anadolu’nun kendisi de olmak ister!

 

Onun resimlerinde de, şiirlerinde de Anadolu bütün renkleriyle ve bütün yüzüyle yer alır. Anadolu’yu kendi dışında algılamaz, kendisi de o bütünün bir parçasıdır, öyle görür. Kendi varoluşunu, Anadolu’nun varoluşuyla özdeşleştirir ve yapıtlarında bu gerçekçiliği ‘Anadolu Gerçekçiliği’ olarak yer verir. Aynı yaklaşım yalnızca şiirlerinde ve resimlerinde değil, nakışlarında, kilim desenlerinde, mimari yaplarda kullandığı çini motiflerinde, yazmalarında da yer alır. Anadolu’dan aldığını yeniden üreterek, yeniden dokuyarak, yeniden renklendirerek Anadolu’ya verir. Çok yönlü bir alanı içerir onun bakışları, ürettiği yapıtları. Şiirleriyle resim yapar, resimleriyle, nakışlarıyla, çinileriyle şiir yazar. Aşktır bu, Ferhat’ın dağları deldiği, Mecnun’un çöllere düştüğü, Kerem’in yandığı... Bedri Rahmi’nin aşkı tensel değil, tinseldir, Anadolu aşığıdır o, Anadolu’nun ışığına âşıktır. Bunu da resim tanımlası içinde görmek olasıdır. Resim onun için, büyük bir aşk ile incelenmesi gereken bir ışıktır ve o bu ışığı renkler ve çizgiler aracılığı ile insanlara sunmak ister. Şiiri için de aynı şeyleri düşünebiliriz. Doğada olan ve ışığı yansıtan ya da ışığın kendisi olan herşey şiirinde de vardır.

 

Bedri Rahmi yalnızca ‘gözleriyle anadoluyu gören adam’ değildir, o aynı zamanda ‘gözleri aşka gülen’ adamdır ve iki büyük aşkı, tek bir kalpte taşımasını başarabilmiştir. İki kadını çok sevmiştir. Şiirlerinde bu aşk çok somut olarak, bütün içtenliğiyle her dizesinde sezilir.

 

Bedri Rahmi denilence ilk akla gelenlerden biri olan “Karadut” şiirine bakalım: “Karadutum, çatal karam, çingenem / Nar tanem, nur tanem, bir tanem / Ağaç isem dalımsın salkım saçak / Petek isem balımsın ağulum / Günahımsın, vebalimsin / Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan / Yoluna bir can koyduğum / Gökte ararken yerde bulduğum / Karadutum, çatal karam, çingenem / Daha nem olacaktın bir tanem / Gülen ayvam, ağlayan narımsın / Kadınım, kısrağım, karımsın”

 

Karadut’un devamı da gelecektir, sonu da. Sonu sonraya bırakalım ve şiirin devamını da yazalım: “ Sigara paketlerine resmini çizdiğim / Körpe fidanlara adını yazdığım / Karam, karam / Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam / Sıla kokak, arzu tüter /Ben beyzade, kişizade / Her türlü dertten topyekün azade / Hani şu ekmeği elden suyu gölden. / Durup dururken yorulan / Kibrit çöpü gibi kırılan / Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan / Sen benim mehnet içinde yanmış kavrulmuşum // Netmiş, neylemiş, nolmuşum / Cömert ırmaklar gibi gürül gürül /Bahtın karışmış bahtıma çok şükür / Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum // Karam, karam / Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam / Sensiz bana canım dünya haram olsun”

 

Karadutta anlatılan, yalnızca, bir kadına duyulan ve ona söylenebilecek en güzel sözler değildir. Bedri Rahmi onu anlatırken de doğaya ve onu oluşturan nesnelere bakar, doğada aşkı gürür ve aşkta doğayı. Kısa bir şiirde bile Anadolu doğası imgeler dolusu anlatılır. Karadut, nar, ayva, salkım saçak ağaçlar, arıların bal biriktirdikleri petek seviyi ifade etmek için kullandığı imgelerdir. Burjuva geçmişinden bu sevgiye tutunarak çıkmaya çalışır, bütün rahatları teperek adam olmayı buna bağlar.

 

Ancak sanılanın aksine, Karadut, ilk büyük aşkı, sonradan karısı olacak ve adını Eren Eyuboğlu olarak değiştirecek Ernestine Letoni için yazılmamıştır. “Karadut” okunduğunda, şiirin karadut’u, çatalkarası, çingenesi, nar tanesi, nur tanesi, ağacı, peteği, günahı, vebali, yoluna can koyduğu, gülen ayvası, ağlayan narı, daha ne olsun, kadını, kısrağı karısı Eren Eyüboğlu değildir. Şiirdeki “çingenem” sözü Rumen asıllı eşi için yazılmış duygusunu güçlülükle kanıtlar gibidir. Bu şiirde kafa karıştıran pek çok imge gösterilebilir. “Çingenem” ve “Karımsın” sözcükleri bu şiirin kafa karıştıran imgeleridir.

 

Bedri Rahmi Eyuboğlu üzerine bir bildiri sunan Bedri Aydoğan da şiirlerinde meyvelere fazlasıyla yer veren bir şair olarak nitelendirir onu. “Bedri Rahmi Eyüboğlu şiirlerinde meyvelere fazla önem ve yer veren bir şairdir. Bir kitabına (Karadut) meyve adı vermesi bunu gösterir. Meyveleri şiirlerine de ad olarak koymuştur. Meyve sözcüğünü de şiirlerinde sıkça kullanır. Yine meyvenin yanında onunla ilgili başka sözcükler de yer alır. Bahçe, çiçek yaprak, çekirdek, asma ve salkım sözcüklerini buna örnek olarak gösterebiliriz. Onun şiirlerinde meyveler başka pek çok özellikleriyle karşımıza çıkar. Temalarında, dil ve üslübunu oluşturan öğelerde de meyvelerden yararlanır.”1

 

Sitem” şiirinde de yâr ve zeytin ağaçları bir ve aynı anlamda, aynı biçimde, birbirine koşut olarak kullanılmışlardır. Önde zeytin ağaçları vardır ve zeytin ağaçlarının ardında yâr. Sonbahardır. Zeytin ağaçlarını ve dallarını önemsemez Eyüboğlu, yâr yollarına dökülmedik dilleri de önemsemez. Göğsünde duyduğu bir ağrıdır yâr, kara saplı bir bıçak gibi siğnesine saplıdır. Başı bir değirmen gibi dönmektedir, darmadağındır, tel tel çözülüp kalmıştır, canının çekirdeğinde diken ve gözbebeğinde sitem vardır.

 

Sitem 1946’da yayımlanıyor ve Karadut kitabına giriyor. Sitem adı üzerinde yâr’e sitemdir. Eyüboğlu’nun kendisine bu duyguları yaşatacak bir düşkırıklığını yaşamıştır. 1940’lı yıllarda güzelin yararlı, yararlının güzel olacağına inanıyordu. Belki de yararlı ve güzel olanın da aynı anda acı verebileceğine de şiirin yazıldığı dönemler inanmış olmalı. Yitirince anlamıştır. Anlamak için yitirmek mi gerekir?

 

1911’de, Giresun’un Göreli ilçesinde üçü erkek, ikisi kız beş çocuklu bir ailenin ikinci çocuğuydu. Babası Kaymakam olarak oradaydı. Aile ona Ali Bedrettin adını uygun görmüştü. İlk unutalan adının Ali’li kısmıdır. Bedrettin Bedir’dir. Babasının adını da kendi adına ekler ve Bedri Rahmi olarak anılmaya başlar. Bu isimden memnundur, tekrar değiştirmek gereksinimini duymaz. Bedri Rahmi Eyuboğlu’dur o. Soyadı Eyuboğlu olmasına karşın, çoğunlukla u’nun üzerine noktalarını da koyarak Eyüboğlu olarak anarlar onu.

 

Trabzon’un yaşamını çok etkilediği ortadadır. Babası Trabzon milletvekili seçilince, ailesini de getirtmişti. Bedri Rahmi ergenlik dönemini bu kentte geçirecektir. Çok başarılı bir öğrenci değildir. Okul yaşamı onu sıkmakta ve bu sıkıntıyı ona yaşatan Trabzon’dan da kaçıp uzaklaşmak istemektedir. Yalnızca resim yapmak, en büyük tutkusu budur. Resmi ona sevdiren resim öğretmeni Zeki Kocamemi’dir. Ondaki resim yeteneğini ilk o farketmiş ve onu resmi yönlendirmiştir.

 

1929 Büyük ekonomi bunalımı kapitalizme teslim olmuş ülkeleri silindir gibi ezip geçerken o istediği eğitimi almak üzere, o tarihte Güzel Sanatlar Akademisi olarak anılan, Mimar Sinan Üniversitesi’ne kabul edilir. Yaşamını biçimlendirecek üç büyük ustayla burada tanışır: Ahmet Haşim, İbrahim Çallı ve Nazmi Ziya Güran. Bu önemli ve görkemli bir başlangıçtır. Ancak anlık tutkuları nedeniyle üniversiteyi bitirmeyecek, bir sene sonra ağabeyi Sabahttin Eyuboğlu ile Fransa’ya, Lyon’a gidecektir, oradan da başkent Paris’e geçer. Andre Lhote’un atöylesinde resim çalışır.

 

İlk büyük aşkı, Ernestine Letoni ile de bu atölyede tanışırlar. Ernestine, Rumen asıllıdır...

 

İlk sergisi de yine sevdiği kadının ülkesinde, Romanya’da açılacaktır. Kendisi katılamaz sergiye ama resimleri sergilenir. Abidin Dino, Cemal Tollu gibi önemli ressamların da aralarında bulunduğu ve kurdukları ünlü “D” gurubunun ressamlarından biridir.

 

Dergi kapaklarında da resimler çizer. İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun “Yeni Adam” dergisinin kapaklarına resim çizdiği dergilerden biridir.

 

1934’te Akademi diploma yarışmasında üçüncü olunca, bunu içine sindiremeyecek, üçüncülükle diplama almayı içine sindiremeyecek, yeni bir yarışmaya katılarak daha iyi bir derece ile mezun olmak isteyecektir.

 

İstanbul’dadır. Fransa’dan dönmüştür. Ama Ernestine İstanbul’da değildir. Bu ayrılık evlilik tutkusunu ateşleyecektir. Ernestine’den ayrı bir yaşam düşünemiyor, yokluğunda kıvranıyor ve onsuz yapamıyor, yaşayamıyordur. Bedri Rahmi’nin İstanbul’a dönüşü ile yeniden birlikte olmaları arasında geçen üç yıl boyunca, yalnızca iki kez Ernestine ile birlikte olabilmişlerdir. Araya yollar ve yıllar girmiştir. Sıklıkla mektuplaşmaktadırlar ama, mektuplar bir orman yangını gibi hızla büyüyen ve yayılan aşklarının önüne geçmeye yetmemektedir.

Aşk budur, varlığında da yakmayı ve yoketmeyi bilir.

 

Durmaksızın yazar. Ali Naci Karacan “Tan Gazetesi’ni çıkarmaktadır ve Eyüboğlu burada yazılar yazmaya başlayacaktır.

 

Yazılar zamanı durduracaktır. Ernestine’si onunla birlikte olmak ve bir ömrü birlikte paylaşmak üzere İstanbul’a gelir ve yine aynı yıl evlenirler. 1936’dır. Eyuboğlu ailesi bu evliliğe gönüllü değildir, ancak Bedri Rahmi’nin ısrarcı olduğu biliniyor. Bu evlilik ailenin onayı ile değil Bedri Rahmi’nin geleneksel direnci ile gerçekleşmiştir.

 

Bu Bedri Rahmi’nin yaşamında önemli bir değişikliktir ve tek değişiklik de değildir, Ernestine de Eyuboğlu soyadını alırken adını değiştirecek Eren olacaktır. Artık o Ernestine Letoni değil, Eren Eyuboğlu’dur.

 

Tekel Genel Müdürlüğü’nde görev yapmaya başlar aynı zamanda, vitrin düzenleme işini üstlenmiştir. Sigara içenler bilirler, henüz tekelde azgın bir özelleştirme yoktur, aksine Cumhuriyet’in yeni kazanımlarındandır tekel, o dönemler Sipahi Ocağı sigarası vardır ve kapağındaki “Koşan Mızraklı Atlar” figürü Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun elinden çıkmadır.

 

Bir tavrını daha doğrulama, bir kararını da onaylama ve kanıtlama olanağını da bulur bu ara. Üçüncülükle mezun olmayı reddettiği Akademi’den ikinci kez girdiği diploma yarışmasında “Hamam” tablosuyla diplomasını birincilikle alır. Üçüncülük alan tablosu da “Yol İnşaatı” adını taşımaktadır.

 

Romanya’daki sergisini saymazsak ilk yurtdışı sergisi Soyvetler Birliği’nde açılır.

 

Bedri Rahmi’nin resim yaşamında Burhan Toprak’ın ve Leopold Levy’nin çok büyük bir önemi var. Burhan Toprak 1936’da Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlüğü’ne atanır. İlk yaptığı kendinden önceki Akademi müdürlerinin depoya kapattıkları resimlere özgürlük tanımak ve yenileriyle birlikte sergi düzenlemek olmuştur. Bir yıl sonra İstanbul’da ilk kez bir Resim ve Heykel Müzesi açılacaktır. Burhan Toprak Akademi’de resim bölümünün başına da Fransız Ressam Leopold Levy’i getirecek, Levy de kendine asistan olarak, aralarında Bedri Rahmi’nin de bulunduğu dört kişiyi asistan seçecektir.

 

***

Buradan Karadut’un öyküsüne geçebiliriz.

 

Karadut” şiiri, Berdi Rahmi Eyuboğlu’nun evlilik sonrası Akademide görev yaptığı süreç içerisinde tanıdığı heykel öğrencisi, Ermeni kökenli Mari Gerekmezyan için yazılmıştır.

1940-1946 arası, Bedri Rahmi-Eren Eyuboğlu arasına ‘Kardut’ girdi. Heykel bölümünden derslere katılan Mari Gerekmezyan adlı misafir öğrenciyle Bedri Rahmi arasında yaşanan aşk, kulaktan kulağa anlatılan bir sevda masalı oldu”2 denilmektedir. Bedri Rahmi bu yasak aşkı gizlemek ve söylenceleri reddetmek istemiştir. Buna gerek duymayacaktır.

 

Her aşk ancak kendisi kadar, hatta ondan daha güçlü bir aşka yenik düşer.

 

Bu yasak aşkı karısı ve ilk büyük aşkı Eren Eyuboğlu da bilmektedir.

 

Bitirmeden “Sitem” şiirine de bakmak gerekir. Sitem şiirinin de kahramanının Mari Gerekmezyan olduğunu düşünüyorum. Bedri Rahmi ikinci ve en az ilki kadar güçlü, belki onu da aşan son aşkı Mari için, onun ölümünün ardından bu şiiri yazmış olmalı. Tunalı Mari’nin Bedri Rahmi’nin yaşamına girişini 40-46 yılları arasını gösterir. Mari Gerekmezyan 1946’da menenjit ve tüberküloz’a yakalanıyor. İkinci dünya savaşı yeni bitmiştir. Yokluk ve yoksulluk savaştan sonra da can almayı sürdürmektedir. Bu dönemi aşmak, Mari’nin pahalı ve karaborsaya düşmüş ilaçlarını satın alabilmek için Bedri Rahmi tablolarını satmaktadır. Mari Gerekmezyan, hastalığa yenik düşecek ve ölecektir. Sabahattin Ali’nin Sinop Cezaevinde yatarken yazdığı Tanrıya sitemini içeren“Aldırma Gönül” şiirinin aksine; yaşama, ölüme, yitirilen sevgiye sitemdir Eyuboğlu’nun “Sitem”i.

 

Bu dönemde Mari için bir şiir daha yazacaktır Berdi Eyuboğlu: “Hüzün Geldi”. “Türküler bitti / Halaylar durdu / Horonlar durdu /Al damar, mor damar, şah damar sustu / Bahçeler put kesildi birer birer / Meyveler salkım saçak taş. / Bir bulut uçardı / Başı boş bedava / Yandı kül oldu / Hüzün geldi baş köşeye kuruldu / Yoruldu yüreğim yoruldu”

 

Bedri Rahmi Mari Gerekmezyan’ı asla unutmayacaktır. İstanbul Büyük Kulüpte bütün masalar hınca hınç doludur. Konuklar Bedri Rahmi’den bir şiir isterler. Bedri Rahmi Karadut’u okur. Gözyaşlarını tutamaz. “Orada bulunanlar ve özellikle Eren Hanım onun üç yıl önce yetirdiği aşkı Mari için ağladığını anlarlar.”3 Kadınlık gururu kıralan Eren Eyuboğlu, Bedri Rahmi’yi terkeder ve Parise döner. Oradan gönderdiği mektupta hem kırgınlığını, hem bağışlayıcılığını yazacaktır. “Canuşkam” diye başlar, “Kulüpte bir gece şiir okumuştun hani! Hazırladın mı? Gözlerinden, birden yaşxlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin, nasıl titremişti. Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme kızgın bir ütü yapışmış gibi olmuştum. O gece... Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım!”4

 

Bazı aşklar ölümsüzdür, aşk geride kalan âşıkta ölümden sonra da devam eder.

 

Bu aşk 21 Eylül 1975’de bitecektir.

 

Bedri Rahmi Eyüboğlu bu tarihte, İstanbul’da, pankreas kanserinden ölecektir. Küçükyalı mezarlığına gömülür.

 

Bedri Rahmi Eyuboğlu mu? Onu Karadutu, çatal karası, nar tanesi, bir tanesi, kadını, kısrağı ve dahası her şeyi Mari ile düşünmeliyiz. Zeytin ağaçlarının arasında sonbaharda dökülen sarı yaprakları izliyorlardır. Mari başını Bedri Rahmi’nin göğsüne yaslamıştır ve Bedri Rahmi resim yapar gibi Mari’nin saçlarını okşuyordur.

 

Eren Eyuboğlu’na haksızlık mı? Bedri Rahmiye olmadığı ordadadır!

 

---------------------------------

  1. Yrd. Doç. Dr. Bedri Aydoğan, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nda Meyvelerin Önemi ve Kullanılışı, ÇÜ Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

  2. Murat Tunalı, Bedri Rahmi Eyuboğlu, T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2003, Aperatif Kitaplar 3, s. 41-42, alıntılayan Aydoğan, agb.

  3. Can Dündar, Karadut Gerçeği, Milliyet, 09.03.2004, aktaran Aydoğan, agb.

  4. Mektubun tarihi 4 Ocak 1950. Aydoğan, agb.

Yazarın Tüm Yazıları