ÖNSÖZ YERİNE
Sevgili dostlar, merhaba!
Değerli kardeşim Lokman Kurucu’nun önerisiyle “D/OKUNMALIK” adıyla bir köşecik edindim kendime.
Fırsat buldukça ‘okunmalık’ kitaplar hakkında ‘dokunmalık’ tatlar sunacağım buradan.
Bence en büyük eksikliğimiz, sesle ya da yazıyla dokunmak!..
Dahası güler yüzlü, aydınlık bir dokunuş olmalı bu!
Bu anlamda kimi görüntüler oldukça can sıkıcı!
Sanki sırt sırta konuşur gibiyiz. Hatta sütre atışından ibaret çatık kaşlı bir uzaklıktan da söz edebiliriz. Böyle bir yabancılaş(tır)maya hakkımız yok!
Baştan belirteyim: Ben sevgi insanıyım! Çıkış noktam; Sait Faik’in söylemiyle, “Bir insanı sevmekle başlar her şey!” ilkesine dayanır. Yanı sıra “o insana inanmayı” değerlerim arasında sayarım.
Kısaca sanat bizi özgürleştirmeli; beynimizin ve yüreğimizin ışığıyla kaynaştırmalı, yakınlaştırmalı, sığlığımızdan kurtarmalı, her türlü bağnazlığı yüz geri etmeli.
Birbirimizden öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki!..
Sırf bu açıdan yazıp çizmeye değer!..
Sevgiyle, sağlıkla kalınız.
Ahmet GÜNBAŞ
DELİ TOZU’NDAN UMUTLAR!.
Nâzım Hikmet, “dünyanın hali gibi halimiz” der Piraye’ye yazdığı bir şiirinde.
Süreyya Akçay’ın Deli Tozu⃰ da öyle, dünyalık bir kitap!.. Dünya hallerine eklenen delilik halleriyle gülümsüyor daha ilk dizelerinde:
“bilir misin ki benden savrulur
toprağı ile uyuşamayan
tüm çiçeklerin tozu
baharı ürkütmeden sessizce
hiç açılamayan gözler
nereye yumulursa öyle” (s:7)
Orhan Veli’nin, sabahları sessizce gökyüzünü boyayan Dalgacı Mahmut’unu anımsadım birden, “Uyanır bakarsınız ki mavi” hinliğiyle seslenen bir çocuk hinliğinde!
Şiir biraz delilik ister; normal akılla, birörnek yaşamlarla pek işi olmaz. Şair, kimsenin görmediğini görür, sezdirir, ince ince dürter, uyandırır. Ve şiir daima iyimserlik aşısı yapar en katmer karanlıkta. Umutsuz, geleceksiz yaşayamaz.
Akçay, birbirinden aşağı kalmayan solgun yaşantılar taşıyor belleğinde. Geçmişi, kırsalı biraz ağrılı. Öznesininse başı dumanlı. “yitik bir çocuk var baktığım her fotoğrafta” (s:18) ıssızlığıyla işaretlediği kendinden başkası değil. “biz seninle / kurtlar sofrasında / aşk menüsü” (s:15) dediği cinsten umarsızlığa kapıldığı noktada, sistemsel baskının ve kadınlık acılarının karşısında dilini biraz öfkeye bandırmakta haklı olarak:
“ölümü susuyor şiir
kanı susuyor
ne sen kalıyorsun
ne aşk ne düşlerim
ezeline en çıplak
küfür oluyor dilim” (s:19)
Şair bir kadın olarak, şiddetle uğuldayan hüznün ortasında “adanmış hayatlar satacak” kadar duyarlı hemcinslerine. İşin içine aşk karışınca biraz daha şiddetleniyor ağrılar. Yalnızlığın boyutları zonklayacak duruma geliyor. İrili ufaklı kırgınlıklar büyük çatlaklara yol açıyor. ‘Kadın’ ve ‘aşk’, ayrı ayrı yerlerde konumlanmıştır çünkü. Ağrının asıl nedeni budur. Çok uzak diyarlardan gelen bir ayak sesini andırsa da aşk başka bir şeydir; büyüsüyle, derinliğiyle ürpertir insanı. Umarsız bağlanmaların sızısı da dâhildir bu ürpertiye:
“sen git
aynanın dili tutulsun
kuşlar sıralansın göz eleklerime
serçelerin kırılgan süzülüşünü hiç bilme” (s:33)
Salt aşktan değil, ayrılıklardan da bir şey öğrenir insan. Bazen “yaz kadınlar” gibi bir başına kalmak, bazen “s/ele verdim düşlerimi / senden aydım” (s:39) diyerek kendi kıyısına çekilmek!.. Çocuk yaştaki travmalarla birlikte, her yenilgide gittikçe soğuyan bir gezegene dönüşmek!.. Soysuzca budanmak, kökleriyle sarsılmak, “sevmiş bulundum” dalgınlığıyla durmadan düşmek!..
Ne var ki söz konusu düşsellik peşini bırakmaz âşığın. Bir yandan “saçının her telinde / deli taylar gezmekte” (s:43) imgelemine gömülürken, bir yandan gözlerini açtığında karşılaştığı sahicilik duygusu, tensel ve tinsel bir şölen hazırlar ona:
“gölgene yakışan gölgemi sevdim
ben sana sahici şiirler derdim” (s:43)
O güzel gerçeklikte, varlığını barış ve sevgiyle açıklayan bir insan çekirdeğine rastlarız. Sanki Körkütük şiirindeki üzüm tanesi denk düşer bu söyleme. Denk düşmek bir yana, “gömleği piraye desenli” ipeksi bir esriklik duygusu bağışlar şiire:
“bütün akşamüzerleri geçtir
bütün ufuklar bakire
geceye değince insan
körkütük sarhoş olabilir
bir üzüm tanesiyle” (s:47)
Şair, ne denli örselense de yaşamın çiçekli tarafına tutunur daima, kasveti ve bozgunu çoğaltan her ilişkinin sonrasında sabırla günlük güneşlik günlere çevirir yüzünü. Enikonu yaşamsal bir “Kırıntı” yeter kendine gelmesine. Böyle bir kırıntıyla sağaltılmak oldukça önemli:
“ama benim tuzruhuyla
yıkanmış rollerim var
bölük pörçük
kırpık kırpık
kalışım ondan
geçirebilsem sızılarımı
iğne deliğinden
salkım saçak yamalar yaparım
kendi yarama kendimden
baktım
kazınmış kırıntıyım
ucu çok yanmış ekmekten” (s:56)
Süreyya Akçay’ı kısa şiirleriyle tanıdım ben. Sözü özüyle yanşatmada oldukça yetenekli ve başarılı. Hiç unutmam, birkaç yıl önce İzmirli bir şiir dinletisinde okuduğu, “bu şehri / sen kokuyor diye / sevdim / ne denizin hatrı / ne kumsal / ne o şarkı / göğünde göz izin / telaşında yüzün” dizeleri imbat serinliğiyle çarpmıştı yüzüme.
Dilerseniz, kitabın sonuna aldığı kısa şiirlerden seçtiğim, “Olmaz” başlıklı ikiliğin pastoral sesine kulak verelim:
“hangi dağ biriktirir
patikasından geçmeyen çobanın ıslığını” (s:71)
Ha Deli Tozu, ha şiir tozu!..
Serpiştirene aşk olsun!
⃰ Deli Tozu – Süreyya Akçay, Kanguru Yayınları, 1.basım, Şubat 2018
İzmir, 22 Aralık 2020