Hiçbir yerde yayımlanmamış bir paragraf ( düz ) ve bir şiirden oluşan DİPten Gelen sayfamızın ilk katılımcısı son şiir kitabı klaros yayınları dip serisinden “ yayı eksik viyola “ adıyla çıkmış olan Halil İbrahim Özbay.

Şiir Üstüne

Çocukluğumun geçtiği Anadolu kasabalarında, o zamanlar belki de bu kadar çok araba ve yerel yönetimlerin asfalt dökecek parası olmadığı için, toprak yollar, oyun oynayan çocuklara kalırdı. Düşe kalka eğlenerek büyürdük sokaklarda. Arada bir geçen otomobiller, kamyonlar, yoğun bir toz bulutu bırakırdı arkalarında. Bu araçların içinde kim olduğunu, ne taşıdığını anlamak ya da onları izlemek için toz bulutunun dağılmasını bekleyen çocuklar, o toz bulutu dağıldığında, arabaların, kamyonların küçülmüş silüetini görebilirlerdi ancak... Günümüz şairleri nedense, bu çocukları anımsatır bana.: Hızına yetişmeye çalıştığı çağın ne getirdiğini anlayabilmek için, yaşadığı yoksul coğrafyadaki toz bulutunun dağılmasını bekleyen; dağıldıktan sonraysa, görmesi gereken şeyi gözden kaybeden…Masaya oturup bunları yazmaya kalktığındaysa, aklında kalan tozun dumanın şiirini yazmaktan başka elinden bir şey gelmeyen… Dolayısıyla günümüzde ortaya çıkan da harflerin tozu dumanında, kime ne söylediği muamma bir şiir... Sanırım okuyucuyu, dergilerden, şiir kitaplarından soğutan da bu. Ve yine bu yüzden, yalnızca şiir yazanlar okuyor şiiri; yani o tozun dumanın içinde ciğer eskitenler…Elbette bunları söylerken, sağlam ve sıkı şiir derdinde olan, hayatın ağrısını dile getiren şairler de yok değil. Yukarıdakileri bana söyleten, kolaycı, ben yazdım oldu’cu, kalabalık ve kabız şiir… Hızla tüketilen, kullan at nesneler çağında, zamana dayanıklı olmayan şiirlerin, dergilerde, kitaplarda daha fazla yer alması… Yine de iyimser bitireyim: Sıkı şiirlerini severek ve heyecanla okuduğum derdi olan genç şairler de geliyor iyi ki. Onların güçlü dizeleriyle karşılaşınca, ben yazmış kadar seviniyorum.

akşam haberleri

fırtınadan arta kalan bağda bir çöp üzüm

pazar günleri annemin çamaşır serdiği ipte gömleğim

artık ne suyumdan şarap

ne kumaşımın altında çarpan bir kalp

olmaz be kazım

göğün ve göğsün elbet bir bildiği var

çamaşırı külle yıkayan annelerin bir bildiği

herkes üzümden sanır

ama unutmaktan yapılmıştır ilk şarap

ilk kalp yeryüzüne tanrısız ve paraşütsüz çarpmaktan

ağzına en uzak ülkeye bakıp

gürül gürül susuyorsun be kazım

senin de bağında serin bir fırtına

avlunda kuruyan temiz bir gömleğin vardır

gök: altında söylenen hiçbir yalanı

kül: arıttığı kiri unutmaz

ister boşluğa ister suya yaz

herkes kelimelerden sanır

oysa ilk şiir susmaktan yapılmıştır

ki her insan imlası tamamlanmamış kitaptır

her insan en çok kendi ağzına uzak

ne zaman başımdan bir akşamüstü geçse

rüyalar orada daralmaya başlıyor

göğsüm daralmaya sokaklar daralmaya

hiç sevişilmemiş bakir bir parktan geçtin mi kazım

ya da hiç sevişilmemiş bir dünyadan

ben bir kere geçtim

ama bundan dünyanın haberi olmadı

lakin şairler ve ayıp şeyler haberlerde geçmez

her akşam eve gidip hüzünlü saçlarımı yıkıyorum

ama hüznüm geçmiyor

sonra bir bardak şarkıyla ve rakıyla içimi

derken taşlar bile susuyor kazım haberler başlıyor

virüsün dünyaya yayıldığı konuşuluyor

ama çok şükür bugün de

insanlar değil sayılar ölüyor

ah ki aklımızın ıslaklığından bellidir yağmura yakalandığımız

nerede bir pazartesi görsek

orada devlet başlıyor

ama ben sivil günleri seviyorum

hafta sonları yeryüzünde ne kadar devlet varsa kapanıyor

sokaklar sivil sevişenlere kalıyor

zaten evler çoktandır avlusuz ve aşksız be kazım

gömlek makinada

kalp gövdemizde kuruyor

hayat ikeadan monte evliliklerin

halka kur yapan bankaların

borsaların ve parsel parsel arsaların

başladığı yerde bitiyor

akşam haberlerinde denizi geçemeyen göçmenler konuşuluyor

biz de sıcacık yatağımızdan

her gece bindiğimiz gözlerimizle

uykuları geçerken batıyoruz kazım

belki de zaman dünyanın kanamasıdır

her sabah ağrılı bir bıçağın altında

durup boynumuzdan damlayan saatlere bakıyoruz

sonra yuvasından düşmüş kuş yavrusu gibi sokaklara dağılıyoruz

eve varınca haberlerde kuşatılmış şehirler konuşuluyor

gece: tanrının alnımıza doğrulttuğu siyah bir namludur

tetiğe basmak yorulmuş bir kalbin insafına kalıyor

göz kapaklarımız üstümüze gürültüyle kapanıyor

sonra senin aklında ülkesizliğin

benim aklımda fırtınadan arta kalan bir bağ

avluda gömleğimi yıkayan annem

ve kalbimde şarap lekesi kalıyor

sonra uyanıyorum:

kimliğimizin çalındığını söylüyor haberler

halil ibrahim özbay

Benzer Yazılar