-Halit PAYZA-
Kuantik Yaşam olarak adlandırılan olgu, benim ilgi alanım dışındadır. Toplumsal yaşama ve doğa yasalarına benim bakış açımla, Nilüfer Açılan Yıldız’ın bakışı bir ve aynı değil. Siyah-Beyaz Yeşilçam filmlerinde klişeleşmiş bir söz var: ‘Biz ayrı dünyaların insanlarız!’ Kusur bendedir, aynı dünyadayız ancak farklı -Kuantik Yaşam’ı bilim kabul etmediğimi yazmayı zorunluluk olarak görüyorum- ayrı disiplinlerin insanlarıyız. Öte yandan Nilüfer Açılan Yıldız’ın şair yanına bu söyleşide hiç değinilmedi. Hiç değilse şiirlerinden bir-iki örnek vermeliydim. Bu elbette bir eksiklik. Sormayı düşündüğüm kimi soruları da metnin uzayacağı endişesiyle soramadım. Belki ayrıntılarla konu daha anlaşılabilir bir niteliğe varabilirdi. Ortaya tadımlık olarak nitelendirilebilecek bir söyleşi çıktı. Elbette sonsöz okurundur.
HALİT PAYZA - İtiraf etmeliyim, yumruğu daha ilk raundda yedim, kuantum yazdığım an karşıma meditasyon tekniği diye bir zırvalık çıktı. Zırvalık diyorum, bilimsel bulmadığımdan, yoksa bana ne, küçümsediğimden değil. Belki de beklentimin tam karşıtı bir bilimsel olmayan bir çağrışım iletisi olarak gördüğüm için. Zihin ve bilinç üzerinde bilimsel araştırmadan söz ediliyor, böylelikle iç huzuru, mutluluk, yaratıcılık, sağlık vaat ediyor. Bir terslik var gibi, zihin ve bilinç kendiliğinden ne mutluluk ne sağlık sunabilir. Şunu demek istiyorum; mutsuz bir dünyada, somut, maddi olumsuzlukların yaşandığı bir karanlık çağda, tarihin tekerliğinin geriye döndürülmek istenildiği emek sömürüsünün, varlık bilincinin köreltildiği, küçücük çocukların taciz ve tecavüz edildiği bir dönemde, din ticari yaparak, metalaştırılan tanrı algısıyla, din sömürüsü yapıldığı bir dönemde meditasyon yaparak mutlu olunamaz, tacizin, tecavüzün, emek ve din sömürüsünün önüne geçilemez. Söylemek istediğim abartısız, kıvırtmasız tam da bu! Bilim dışı hangi tekniği kullanırsanız kullanın duvara toslamak kaçınılmaz. Marks ‘insan doğası’ yerine ‘varlık türü’ tanımını koyar. Ona göre insanlar çevresel etkilerin dışında kendi doğalarını oluşturur ve şekillendirirler. İnsan soyu bu yetiye sahiptir, çünkü bilinci buna yönelik gelişmiştir. Cansız maddeden, canlı varlığa, Alâeddin Şenel’in o güzelim kitabının adıyla söylersek ‘Kemirgenden Sömürgene’1. Marks’ın ‘varlık türü’ kavramını Ludwig Feuerbach’a borçluyuz, ondan alır. Marks’ın önermesi insanın yabancılaşmadığı duruma geri dönmek için, toplumla, doğayla ve insanla yeniden birlikteliğe gereksinim duyar. Hiçbir meditasyon olumsuzlukları olumluluğa, kendiliğinden doğada var olan adına her ne derseniz deyin ister kuantik yaşam biçimi ya da neyi uygun görürseniz o insanın bilinçle yeğleyeceği toplumla, doğayla ve insanla hatta kendiyle olan uyumluluğu yerine geçemez. Kuantik yaşam biçimi de bunu amaçlıyor kavramını kabul edebilmek olanaksız. Çünkü siz bunların doğada zaten var olduklarını, insanın doğaya bilincini ya da çakralarını ya da üçüncü gözünü, telapatik algılarını -hoşuma gitmiyor bu adlandırmalar, kendimi sirk çadırında maymun gibi duyumsuyorum- açarak zahmetsizce ve çaba göstermeksizin kendiliğinden elde edebileceklerine inanmıyorum. Belki de bilmediğim bir konu bu ve saçmalıyor olabilirim ama buna ilişkin söylenilenler de öyle. Başka türlüsünü kabul etmek olanaksız. Siz tuttunuz bir de kitap yazdığınız “Kuantik Yaşam.”2 Söyleşimizi bu kitap üzerine yoğunlaştıralım. Kuantik yaşam, tümcenin yapısı gereği sanki başka tür yaşamlar varmış da o bunlardan biriymiş izlenimi uyandırıyor. Bana kalırsa tek bir yaşam var, onu öyle ya da böyle yaşarız. Nasıl yaşayacağımızın tek karar vericisi biz değiliz kuşkusuz, bizi etkileyen somut, maddi toplumsal, çevresel koşullar var. Siz buna ek olarak somut yaşam dışı kuantik bir yaşam döngüsünden ya da biçiminden söz ediyorsunuz. Kendi adıma konuşayım, inanmadığım gibi ilgi de duymadığım bir konu bu, yine de bilmek isterim, cehaletimi giderirseniz yeni bir şey daha öğrenmiş olacağım ve bu beni varsıllaştırır. Sahi nedir bütün bu olan bitenler?
NİLÜFER AÇILAN YILDIZ: Gördüğümüz veya göremediğimiz bütün çeşitlilik kendine bağımlı varoluş bütünleridir. Soyut veya somut varlığa yansıyan her çeşit, kendini kendi bakışında sürdürür. Bu özsel ilişkide insan duyularını aşan veya duyulara yansıyan sonsuz devinim bir başka kendinde kendi için var olandır… Var olmuş olana bu ve benzeri mantık ile bakılmadığı sürece-nötrinolar, kuarklar, fotonlar- yani kürre’den zerre’ye; eşzamanlı diyaloğu kavranamaz. İşte tam da bu dizaynın içini kaplayan ve her şeye nüfuz eden, dokunan bir titreşmedir. Bu titreşmeye ‘’Kuantik Yaşam’’ diyorum ve bu titreşmede boşluk yoktur. Çünkü kainatın dizaynı olasılık içermez. Her şey yerli yerindedir ve bu tanımın karşılığı ‘’Levh-i Mahfuz’’dur. Bilim, elindeki materyale doğru giden bir kurumdur. ‘’KuantikYaşam’’a yaklaşmak için vücudun çalışma sistemini; bir tek hücrenin mikrodan makroya takibini yapabilmek gerekir ki enropi yasalarını sağlıklı bir şekilde anlayabilelim. ‘’KuantikYaşam’’ı yazmaktaki amacım, klinik fazlardan çıkılıp insan vücudu çok daha ciddiye alınsın. Moleküler biyoloji ve bilim felsefesi, otonom sistemin henüz neresinde? ‘’Sıfır’’ nerede ‘’bir’’ algısına dönüşüyor? Ve ‘’bir’’ kendi bünyesinde ‘’eksi’’ katları nasıl taşıyor? Ve amacı ne? İç içe evrenler nedir ve nerededir? Otonom sinir sistemi bir saniyede yüzlerce km. hız yapıyor. Her yeri elektriksel ışıktan ibaret olan insan, nasıl oluyor da kendini madde (beden) algılıyor? Yoksa bu bir yanılsama mı? Öyle bile olsa ne oluyor da bu oluyor? Üstelik kendini kendinde sonsuza bölen ve her bölüneni kendi seyrinde sınırlayan, adına ‘’yaşam’’ dediğimiz bu durumun anlamı ve amacı ne? Hem içerde hem dışarıda olan hayat nedir? Onu gösteren bir şey olmalı… Bir hücre ve ya ‘’şey’’ sadece matematik ile açıklanamaz veya fizikle ve ya kimya ile vb. bölümlere ayırdığımız bütün dallar bir araya getirilerek bir ‘’şey’’ açıklanır, onunda son ucu ‘’anlam’’a çıkar. Felsefe, bilim ve ilim bütün dalları o ‘’anlam’’ içinde açıklamak zorundadır.‘’Kuantik Yaşam’’, otonom sinir sisteminin optik gözlerinden -ne var, ne yok-a şöyle bir göz atıp geçen bir eserdir. Bu bakış bildiğimiz hayali ve tabiatın doğal seyrini hem aşar, hem de tam içine tabir yerinde ise -ayağını basar. Dünya kainatın ortası olmalı diye düşünüyorum çünkü bütün güneş sistemlerinden bir örnek içermekte… Ve meditasyon da bir (zırvalık) değildir. İnsanlar bir sebepten; müzik, hoş bir ses, bir bakış, bir manzara vb. karşısında bir anlık metatif hale geçer ve o esnada kolektif bilinci etkiler ve bu etkileşimin eşzamanlı olduğunu çoğu insan anlayamaz. Bilimin tespit edebildiği beyin dalgaları ( alfa, beta, delta, mega vb.) kısmen de olsa bu durumları açıklar. Ve bu esnada kişiye özgü ‘’bilme’ açığa çıkar. Açığa çıkma: DNA ve RNA sarmalından şuura yükselen bir şey’in yetileri kullanarak (akıl, mantık, zeka, idrak, fikir vb) bir keşif, bir tespit ortaya koymasıdır. Bir şey’in hissiyatı kalbe düşmeden akıl ve zeka icat yapamaz. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama bu uğurda ne yazsam sizi ikna edebilirim? Derim ki: bilim insanlarının bizlere sunduğu atom altı parçacıkları (kuark, foton, nötrino) vb gibi açıklamalara ikna oluyoruz ama bir fotona her uzvumuzla dokunduğumuzu, atomlar ağının içinde hareket ettiğimizi göremiyoruz… bir şeye ikna olmak ona inanmaktır ki bir şeye inanmak ‘’şeyi’’ her yönüyle anlamayı gerektirir. Biz bir şeylere ikna olsak ta olmasak ta gözümüzün önünde olan, ama göremediğimiz, anlayamadığımız bir gerçeklik var ve biz o gerçekliğe tam olarak katılamıyoruz. İnşasını olasılık üzerine kurgulayan bilim hiçbir zaman bir duruma kesinlik veremez, çünkü her şey değişmekte. Dünya kendi ekseni etrafında çok hızlı dönmekte ve bu hız dünyanın her yerinde aynı olmazken her dönüşünde dünya uzayın başka bir yerinden geçmekte… ve ben bu yazıyı yazmaya, bırakın yazının hepsini bir kelimeyi yazmaya başladığımdaki ben ile o kelimeyi bitirdiğimdeki ben aynı ben değilim… ‘’tek bir yaşam var, onu öyle ya da böyle yaşıyoruz,’’ diyorsunuz. Evet, tek bir yaşam ve tek yaşamın sonsuz suretleri var. Bu mantığın dışına çıkarsam ‘’diri hayat’’ son bulur. Ve ‘’nasıl yaşayacağımızın tek karar vericisi biz değiliz, bizi etkileyen, maddi, toplumsal, çevresel koşullar var,’’diyorsunuz. Evet, sanırım bazıları bütün koşulların zıddında yaşamak için doğuyor. Beş yaşımda düşündüğümü fark ettim ve bedenime sığamaz oldum. Hayat, bir bedene sıkışan ve anne-babanın, toplumun, eğitimin koyduğu kurallar olmamalı dedim. Kendimden özgürlüğümü istedim ve -dört karanlığı- aştığımda henüz yedi yaşındaydım… Üstlendiğim roller keyif ve ya acı verebilir ama beni tarif etmez. Asıl ben kim? Hayat; sonsuz olandır. Ben içine doğduğum ve kurallarla dolu bir ömrün değil, hayatın peşindeyim ve hayatın peşine düşerken ömrümü de kaçıramam. O ömrü hep diri olan hayata sermaye yaparım. Neticede insan diri olan hayata bir araçtır. ‘’Kuantik Yaşam’’dan kastım sihirli değnek sunmak değil. İki ışık arasında yaşayarak gördüğüm ve idrak edebildiğim kadarıyla algıma yüklediğim özgün bir anlamdır. Ve bu seyir değişkendir. Hayatla aramda olup-biten her şer bir yanılsamadır, çünkü bir görülen bir daha görülmez. Bir görüleni tarif etmek, orayı yavaşlatmaktır… ve bu yaklaşım somut yaşam dışı bir yaklaşım değil, tam da somut yaşamın içinde olan, belki de buna en iç demek daha uygun olur. En içe indiğimizde her şeyin bir titreşimden ibaret olduğunu bilim zaten görüyor. Bu yüzden ‘’Kuantik Yaşam’’ tam da hayatın içinde hayata katılmaktan bahsediyor. Bizi, içine hapsolduğumuz alışkanlıklarımızın, duygu yanılsamalarımızın, bir ömür harcamamıza neden olan dayatmaların bir nebze de olsa dışına taşırıp, hayata ve var olma nedenine başka pencerelerden bakmayı düşündürüyor. ‘’bir’’ ‘’diğer’’ine benzemez, bu yüzden dışıma saklanamam. Diri olan hayatın izdüşümünü takiptir yaşam amacım.
HALİT PAYZA- Miletli filozoflar -Anaksimandros, Thales, Anaksimenes- evrenin varlığını sorgularken onu temel bir maddeye indirgerler. İlkçağ filozoflarının asal konularıdır cansız maddeler… Ana madde olarak su, ateş, toprak ve havayı gösterirler. Doğayı açıklamak için çıkış noktaları temelde bunlardır. ‘Her şey akar’ temel önermesiyle Anaksimandros bu süreğen yapıyı logos olarak adlandırır. Öte yandan Marks bilincin toplumsal varlıktan doğduğunu ileri sürer. Toplumsal varlık da oradan oluşan bilinç de, tıpkı Anaksimandros’un ‘her şey akar’ önermesine eş olarak durağan değildir. Sürekli birbirini etkiler, tetikler, değişir, dönüşür kendi de öyledir. Kuantum için ‘düşünce’, ‘üst nitelikli düşünce biçimi’ tanımlaması yapılır. Kuantik düşünce diye nitelenen şey kendi dışındaki düşünce biçimlerini sıradan, etkisiz, sınırlı düşünce olarak nitelendirir. Onda değiştirme ve oluşturma gücünün olmadığını ileri sürer. Buna katılamadığımı baştan beri ifade ediyorum, yinelemiş olayım. Öte yanda kendisi yadsısa da kaygı, kuruntu, çokbilmiş duygularla hareket eder, kendisine üstün nitelikler vakfeder ve kimselerin bu işin sırrına eremeyeceği gibi savlar ileri sürer. Tamam, Einstein’ın “Genel Görelik” ya da “Özel Görelilik” Teorileri yanlışlanmadı. Ancak Kuantik Yaşam’ın bu teorilerle ilişkisini kurmak onu anlamak bakımından gerekli mi? Yoksa bu ve bu gibi teorilerle yolları ayrılmış durumda mı? Tabi, şunu da anımsatayım Einstein “Yapılacak hiçbir deney beni haklı çıkaramaz, tek bir deney beni haksız çıkarabilir” diye oldukça alçakgönüllü bir itirafta bulunuyor. Kuantik yaşam “Yapılacak hiçbir deney beni haksız çıkaramaz”la mı sınırlı? Yaşamın karmaşık yapısı altında aslında basit bir işleyiş biçimi var. Biyoloji yasaları, evrenbilim yasaları, doğa yasaları, emek yasaları vs. Formül basit; emeğin karşılığı ücrettir ve araç sahipleri emeği sömürerek sermaye biriktirirler, artı değer haksız kazançtır vs… Kuantik Yaşam da benzeri bir önermeyi ileri sürer, bence yanlış bir yerden yapar bunu, logos’u psişik ya da fizik ötesi açıklamaya çalışır. Bu denli anlaşılır bir dünyayı Kuantum Yaşam biçimiyle anlaşılmaz kılmanın anlamı var mı?
NİLÜFER AÇILAN YILDIZ: Her şeyden evvel şunu belirtmek isterim ki evrende boşluk olmadığı gibi cansız madde de yoktur. Çünkü evren sonsuz örüntüden ve takibi yapılamayacak hızda değişim ve dönüşümden mütevellit tek bir yapıdır. Ve tekrar ediyorum kendi tekilliğinde hiç durmaksızın zerreden kürreye ve kürreden zerreye akar.Bu tek yapıyı anlayabilmemiz için elbette ki ana unsur olan hava, su, ateş, topraktan yola çıkmak mantıklıdır. Marks bilincin toplumsal varlıktan doğduğunu ileri sürer, diyorsunuz. Marks hangi bilinçten bahsediyor bilemedim. Kainatta her canlının doğuştan gelen kendine özgü bir bilinci vardır. Toplum bireyde bilinç oluşturamaz. Sadece var olanı benimsediği ve ya alıştığı, hedeflediği, planladığı kültür ve eğitimle –çoğunluğu- kısmen şekillendirir ve o şekil de kaddisuretle insanın özünü tarif edemez. Olumlu yargı kendi değerini olumsuz yargıda bulur. Burada önemli olan değerin kendi ile çelişmemesidir. Çünkü isimler değişir ama asıl değişmez. İsimler değişince insan ne o’dur ne bu’dur. O zaman insan kimdir? Sizden sahip olduğunuzu sandıklarınızı; isminizi, işinizi, eşinizi, çocuklarınızı, sosyal paylaşımlarınızı aldığımı farz edip kendinizi bana tarif edin… Benim temel meselem ‘’insanın hakikati nedir?’’ Kuantik Yaşam’la bu sorunun peşinden gitmekteyim. Bu gitmenin başlangıcı ile sonu arasında önüme açılan asıl sorular: insan nereden var oldu? Nerede var oldu? Nasıl var oldu? Onu kim var etti? Kuran’da Nur olarak geçen, bilim insanlarının Kuantum olarak izah ettiği titreşim düzenini açıklayan zerre ilmidir. Zerre İlmine somut örnek: çocuğun anne karnında oluşma düzeneğidir. Bu düzenek hakkıyla analiz edildiğinde – insanın nereden geldiği- bilinir. –insanın hakikati nedir- bilinir. –çeşitliliğin anlamı ve gerçek değişim-dönüşüm nedir- bilinir. Potansiyel= Kuvve, açığa çıkmadan da canlıdır, bir surete büründüğünde ise kendi hakikatinin nedenine doğru gitmesi gerekir. Gitmediği zaman ne olur? Bir doğrunun kendini açıklayan kendine özgü açıları vardır. O açılardan birine bir bozulma, bozulma derken – evrensel bir bozulma kastetmiyorum- ile yaklaşarak doğruyu yorumlamaya gidemeyiz… Einstein ‘’ Genel Görelik’’ ya da ‘’ Özel Görelik’’ Teorilerinde sistemin gerçekliğinde olmakta olanı izlerken hayretten hayrete düştüğünden eminim… ‘’Kuantik Yaşam’’ kainatın örgüsü olan titreşim boyutunu zerre ilmi üzerinden anlatan bir eser olarak Einstein’ın Teorilerinden ayrılması ve ya uzak düşmesi bakımından mümkün değil. Ki, bizler bu teorileri doğru anladığımızdan da emin değilim… Eserin adını ‘’Kuantik Yaşam’’ olarak ifade edip, felsefesi gereği Hipotalamus Üniversitesine Giriş diye başlattım, çünkü beynin algısı kuantum teorisi üzere…
Bir öz akış olan Kuantum ifade edildiği şekilde kendini beğenme, kendini üstün görme, çok bilmiş gibi ifadelerle neden uğraşsın? Dediğim gibi o bir akıştır, durup kimseyle çekişmek için beklemez, ispata da ihtiyacı yoktur her canlı onun içindedir… insanın amacı diri hayata katılma bakımından akışı algılama, anlama ve idrakın genişlemesine katkıda bulunma yönünde olmalıdır… Gözümüzün önünde neler oluyora iyi bakmak gerekir. Elimizde tuttuğumuz akıllı cep telefonlarına, elektronik eşyalara iyi bakmak ve internet ağını iyi anlamak gerekir. Einstein ‘’Yapılacak hiçbir deney beni haksız çıkaramaz’’la mı sınırlı diyorsunuz. Evrenin bir kaderi var ve bu kader kusursuz bir dizayndır. Bu kurguda bir eksik görüyor musunuz? Ve biz bu tamlığın ne kadarını biliyoruz? Bu kurguda atomaltı ve ya atomüstü her parça kendi görevini yerine getirir, ve bir atomun görevi kesindir. Bunu tespit eden bir gözlemci iddiasında haklıdır. Örneğin: bir ‘nötrino’ya hangi bilim insanın baksa nötrinonun görevi gereği aynı şeyi izler. Einstein’ın bahsettiği bir sınırlama değil, kesinliğini bildiği bir tespittir. Bir atom yapması gerekeni nereden biliyor? O da ayrı bir mesele… Neticede kainat ve içindekiler birer titreşimden ibarettir, kuantik yaşamda insan kendini dolaşır ve bunu şuurla yapar. ‘’Yaşamın karmaşık yapısı altında aslında basit bir işleyiş hacmi var. Biyoloji yasaları, evrenbilim yasaları, emek yasaları gibi. Formül basit; emeğin karşılığı ücrettir ve araç sahipleri emeği sömürerek sermaye biriktirirler, artı değer haksız kazanç vs..’’ diyorsunuz. Öncede bahsettiğim gibi, yansımanın dış evrenselliğinin içini zarar verici, çıkarcı gayelerle doldurup sonra da gayenin kontrolden taşan hareketliliğine-gerçeklik- demeyi uygun bulmuyorum. Bir eyleme baktığımızda eylemi planlayan bireyin iç uyumunun düzeyine, yani alınan kararın akla, mantığa, evrensel yasalara uygunluğuna bakmak gerekir. Ahlakın temel örgüsüne aykırı, insan gücünü döner sermaye haline getirip bundan güç elde ettiğini, keyif sürdüğünü sanan insanlara insan ve böyle bir düzene gerçeklik diyemem. İnsan zavallı değildir. En çetin yıpranmada dahi birey kendine özgü bir doğru akleder.Ve insanın aracı evrendir. Akıllı insan araca gereç olmaz, araca araç olur. Ve ‘’Kuantik Yaşam’da benzeri bir önermeyi ileri sürer, bence bunu yanlış bir yerden yapar bunu Logos’u psişik ya da fizik ötesi açıklamaya çalışır. Bu denli anlaşılır bir dünyayı Kuantum Yaşam biçimiyle anlaşılmaz kılmanın anlamı var mı?’’diyorsunuz. Kuantik Yaşam bir önerme ileri sürmez, sistemin kendinden bahseder. Kiralık bir eve birçok kiracı gelir-gider…ev aynı evdir. Sahiden biz dünyayı anlıyor muyuz?
-----------------------------