SEKSENLİ VE DOKSANLI YILLAR TÜRK ŞİİRİ*


SEKSENLİ VE DOKSANLI YILLAR TÜRK ŞİİRİ*

                                                                                              Yusuf ALPER

            Benden önceki konuşmacılar şiirimizin geçmişiyle ilgili bilgiler verdiler ve bana zemin hazırladılar. O nedenle ben doğrudan günümüz şiiriyle; 90 ‘lı yıllarla başlayacağım. Günümüzde yazılan şiiri sadece 90’lı saymak olası değil. Eski kuşakların şairleri de yazıyorlar çünkü. Hem ben, sonu sıfırla biten yılların şiiri gibi bir kuşak ayrımını kabul etmiyorum. Her 10 yılda bir kuşak olmaz.  Türk Şiiri, olsa olsa yüzyılın birinci yarısı (ya da 1945 öncesi) ve sonrası olarak ayrılabilir. Yüzyıllar sonra geriye, bugüne bakacak olanlar böyle göreceklerdir. 45 ‘in öncesindekiler; Nâzım Hikmet ve 40 kuşağı da dahil birinci yarıyı, Gariple başlayan, II. Yeni’yle süren ve günümüze kadar gelen süreç de ikinci yarıyı oluşturur.

 Garip, sokaktaki insanla diyalog kurmak isteyen yalın bir şiirdi. Ancak giderek basitleşti. O akımdan sadece Orhan Veli imzası kaldı. Diğer bütün yazanlar onun hesabına, onun imzasının üstüne yazdılar.  M. Cevdet ve Oktay Rifat’ın asıl büyük şiir serüvenlerinin Garip’in bittiği yerde başladığını daha önce yazmıştım. Sonra biçimsel açıdan en önemli şiir atılımı sayabileceğimiz II. Yeni geldi. Onlar kapalı, örtük, imgeye çok önem veren, karmaşık bir şiirden yanaydılar. İnsan karmaşıktı ve şiir de karmaşık olacaktı. Bilinçdışıyla, içsel çatışmalarıyla insan olacaktı. Genel olarak halkla diyalog kurmak diye bir sorunları yoktu. (Tabii bazıları hariç). Hatta Ece Ayhan’a göre okuyucu leş kargasıydı.

 Ardından gelen 60 kuşağı şairleri aslında ilk şiirlerini II. Yeni ortamında oluşturmuşlardı. “Geceleyin Bir Koşu” en tipik örnektir. Ama   İsmet Özel, Ataol Behramoğlu, Süreyya Berfe ve Özkan Mert, Ant dergisi çıkışıyla II. Yeniye karşı savaş başlattılar. İsmet Özel bir konuşmasında “O zaman II. Yeni ölmüştü, yoktu, önce onu ayağa kaldırıp varmış gibi hedefe koyduk ve sonra ateş ettik” demişti. Doğrudur. O yıllar zaten II Yeni’nin önemli adları da toplumcu şiirler yazıyorlardı. Cansever “Sonrası Kalır”’ı, Turgut Uyar “Toplandılar”ı yayımladı. Cemal Süreya zaten baştan beri toplumcuydu. Bütün o erotik şiirlerine rağmen toplumcuydu. Sonuçta hedefe koyup ateş ettiler. (Bu dörtlünün sonraki yıllardaki çizgileri ilginçtir. Özel, dindar oldu (sonra milliyetçi, sonra da Müslüman eşittir Türk vb. noktasına vardı) Berfe II. Yeniye haksızlık ettiklerini söyledi (Keşke o toplantıya gidip o herzeleri yemeseydim, dedi), Özkan Mert ise son dönemlerde II Yeni’ye en yakın şiirler yazdı. Behramoğlu o zamanki tavır ve şiir anlayışını sürdürdü).

 Ardından gelen 70 kuşağı 60’ın devamıdır. Belirgin bir fark yoktur. 60’lılar 68 dönemi romantizmini getirirken 70’ liler doğrudan halkın içine, alanlara, işçilere yöneldiler. Toplumculukları öyleydi. Daha gerçekçi ve militandılar. Şairler de eylemci olmak zorunda gibiydiler. Evde oturup şiir yazmak yetmezdi, sokakta olunmalıydı, şiir sokakta yazılmalıydı. Özgünlükleriyle belirginleşenler; İsmail Uyaroğlu, Erol Çankaya, Tahir Abacı, Veysel Çolak, Seyyit Nezir, Hüseyin Yurttaş, Ahmet Günbaş, Metin Güven, Ahmet Özer vb. Ahmet Telli’ yi burada anmak güç. O da kendini bu çerçeveye ve 10 yıl arayla oluşturulan kategorilere ait hissetmediğini yazmıştır. 60,70,80 kuşağının tümünü yaşamış ve 80 döneminde adı belirginleşmiştir. Hızla kaba gerçekçi, slogancı ortamdan uzaklaşmış, özgün şiirini kurmuştur. Uyaroğlu’da daha çok 60’lı şiire yakındır, denebilir. Veysel Çolak da 2. kitabından sonra çok daha ince ve farklı bir şiire yöneldi. Erol Çankaya iyi bir çıkıştan sonra küstü, yazmadı. Tahir Abacı şiirden çok başka alanlara enerji harcadı. Son yıllarda şiirdeki çalışkanlığı arttı. Arkadaş Z. Özger daha çok 60’lı duyarlığa uygundu. Çok genç öldü. Yaşasaydı Türk şiirinin doruklarından biri olabilirdi.

 Öte yandan bağımsız, politikadan fazlasıyla uzak, sokakta değil evde şiir yazacağım diyen ve yazan özgün şairler de vardı. Enis Batur, Mehmet Taner, İzzet Yasar, A. Budak, Ahmet Ada (az da olsa), Osman Serhat, Sina Akyol (Aslında 80 sonrasında adı belirginleşen bir şairdir) vb. sokağın egemen olduğu şiirle arasına mesafe koyan adlardır. Tabii bazıları apolitik iken bazıları politikaya evet, ancak ikincil olarak şiirime girer, tutumundaydılar. Siyasa sanatı yönlendirmemeli ancak her sanatçı, şair muhalif bir dünyaya bakış sunabilmelidir, yaklaşımındaydılar.

Ben bu birbirini takip eden akımlarda ya bir dışadönüklük, açıklık ya da tersine kapanma, içedönüklük görmüşümdür. (Tanzimat-Servet-i Fünun, (Milli Türkçü) Hececi Şiir-Yedi Meşale ve sonrası da-Yeni Hececiler- öyle yorumlanabilir). Örneğin Garip dışa dönükken II Yeni içedönük, örtülü oldu. Dönemin baskılarına bağlanıyor. Tartışmalıdır. Sadece dış, siyasi baskının böylesine bir şiir değişimi yapabilmesi tartışılabilir. Tabii etkisi olmuştur. 60 ve 70 birlikte dışadönükken (ki çok da ayrı kuşak olduğunu söylemek güç) 80 sonrası tekrar içe dönük, kapalı oldu. II. Yeni şairlerini önemsediler, genel olarak iyi ilişkiler kurdular.

 Bu durum genel olarak sonrasında da sürdü. Yani 90’lı şiir de benzerdir. Tabii bugün 2021’ de baktığımızda 2000’li şiirin daha dışadönük, daha yalın, sade, anlamı önemseyen bir şiir olduğunu söyleyebiliriz. On yıllık saçma bir bölümlemeyle bakılırsa 2010 ‘lar şiirinin (az sayıda farklı genç şairlere karşın) tekrar soyutlaşma eğilimine girdiği, imgeyi öne çıkaran, anlamı fazla önemsemeyen bir tutum içinde olduğu söylenebilir. Bu yazdıklarım tartışılabilir hatta saçma bulunabilir. Ama düşünülmelidir. 10 yıl aralarla şiir kuşakları oluşturmanın saçma olduğu ortadadır. Ancak şiiri teşrih masasına yatırmak için uygun bir yol olabilir. Yoksa yüzyılın sonunda yine yüzyılın 1. ve 2. yarısı gibi bir kategori kullanılabilecektir.

 Seksenli şiir kuşağına gelince; bu 12 Eylül döneminin getirdiği bir durumdu. Ama şunu söylemek isterim ki ben 80’lere zemin hazırlayan bir ara kuşak, köprü denebilecek 75 çıkışının (ya da siyasi 78 kuşağının poetik karşılığı; politikaya baş eğmeyen, sanatın bağımsızlığını- apolitikliği değil-) isteyen bir itiraz şiiri kuşağının varlığına inanıyorum. Her gün onlarca insanın öldüğü, ”bugün de ölmedim anne” diye müjde verilen bir ortamın acılı, hüzünlü şiirleri. 75,77,78 gibi dönemde ilk çıkış yapan Ahmet Erhan, Haydar Ergülen, Ali Cengizkan, Yusuf Alper, Yunus Koray, Adnan Özer, Adnan Azar, Azer Yaran vb. adların 70’ten farklı bir şiir arayışına girdiğini ve bunun da 80’e zemin oluşturduğunu düşünüyorum. Ama sanırım hiçbirimiz 80‘deki karmaşayı, şizofreniform söyleyişi, uçuşan imgelerle yazılan şiiri amaçlamadık. Bizler de imgeye önem veriyorduk, ince duyarlı, lirik, kısmen kapalı, daha zor anlaşılır şiirler yazıyorduk ama 80’deki çözük imge bombardımanından yana değildik.   Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de çok kötü şeyler yazıldı. Ama şair olan kendisini kurtardı. Estetik çerçeve içinde şiirini var edenler kaldı.  Örneğin  Tuğrul Tanyol, Mehmet Müfit, Gülseli İnal,  Orhan Alkaya, Hüseyin Ferhad, Turgay Kantürk, Mehmet Mümtaz Tuzcu, Salih Bolat, Metin Cengiz, Hicri İzgören, Akif Kurtuluş, Nevzat Çelik, Şükrü Erbaş, Turgay Fişekçi, Hüseyin Haydar, Gültekin Emre, Yaşar Miraç, (Aba)Müslim Çelik, Ebubekir Eroğlu, Lale Müldür, Ali Günvar, Sami Baydar, Murathan Mungan, Ahmet Güntan, Seyhan Erözçelik, V. B. Bayrıl, Yavuz Özdem, Oğuz Özdem, Aytekin Karaçoban, İhsan Deniz, Osman Konuk, Oktay Taftalı, Fergun Özelli, Metin Celâl, Orhan Kâhyaoğlu, Enver Ercan, Tuğrul Keskin, Hilmi Haşal, Ali Asker Barut, Adnan Satıcı, Muammer Karadaş, Yılmaz Odabaşı, Yücelay Sal, Mehmet Çetin, Ünal Ersözlü, Namık Kuyumcu, M. Mahzun Doğan, Yaşar Bedri, Hüseyin Avni Cinozoğlu, Hüseyin Alemdar, Ergül Çetin, Sedat Şanver, Mustafa Özturanlı, Altay Öktem, Ferruh Tunç, Enderemiroğlu, küçük İskender vb. Köprü kuşağına bu adları da eklersek 80’li Şiir olarak kabul gören adlar ortaya çıkmış olur.  Tabii dönemin sağlığında birkaç şiiri yayınlanmış ama adı çok duyulan Nilgün Marmara’sını da unutmamak gerekir. Aklı başında geçinen birçok şair arkadaşından daha yalın, anlaşılır şiirler yazmıştır. Kitapları ölümünden sonra şair dostları tarafından toparlanıp yayınlandı ve çok ilgi gördü. Bazı dizeleri fanlarınca slogan haline bile getirildi. Ece Abisi şairler bandosu’nun en önüne orkestra şefi olarak onu koydu. İlhami Çiçek de iyi şairdi ve çok genç ölmese iyi şiirler yazacaktı.

             Doksanlı yıllar şiiri bir yönüyle, az değişerek, daha yalın, kolay anlaşılır, 80’in devamıdır. Bunların içinde de uçuşan imgelerle yazanlar vardır. Yani 80’li abileri-ablalarından bazıları gibi. Mustafa Köz, Çiğdem Sezer, Muzaffer Kale, Oya Uysal, Arife Kalender, Nuri Demirci, Celal Soycan, Serdar Ünver, ( son altısı yaş olarak 1980’ e hatta 1970’e bile girebilirler ancak çıkış dönemleri 90’ lardır) Betül Tarıman, Deniz Durukan,  Mehmet Sarsmaz, A. Galip, Serap Erdoğan, Emel İrtem, Emel Güz,  Selim Temo, A. Galip, Aydın Şimşek, Cem Uzungüneş, Nazmi Ağıl, Tamer Gülbek, Sinan Oruçoğlu, Özgür Balaban vb. çok sayıda şair. Biraz daha yalın anlatımları, duyarlıklarıyla Hakan Savlı, Nilay Özer, Altay Ömer Erdoğan, Salih Mercanoğlu, Kuvvet Yurdakul (sanırım artık tiyatrocu), Devrim Dirlikyapan, Zeynep Köylü, Betül Dünder, Ömer Erdem, Müslüm Yücel vb. İskenderiye Kitaplığının Göçebe Dergisi şairleri; Osman Çakmakçı, Birhan Keskin, Hasan Öztoprak, İrfan Yıldız. Biraz daha karmaşık, imge yığmacı tutumlarıyla Hüseyin Köse, Mustafa Atapay vb. Bazıları yaşları gereği 2000 ‘ler şiirinde daha da gelişip belirginleştiler: Doğan Ergül, Gonca Özmen, Selami Karabulut vb.

Tabii bu noktada Hüseyin Peker’i yaşına uygun olarak 60’lı mı saymalıyız yoksa 1990-2020 şiirinin önde giden, belirginleşen bir figürü mü? Soyutlamasıyla, anlamı önemsememesiyle, imge ağırlıklı tutumuyla 2010 sonrasına daha çok denk düşüyor gibi. Mahmut Temizyürek 80’ den çok 90’ ve sonrasının şairi gibidir. Yücel Kayıran da benzer karmaşayla çok özgün (felsefi şiir tartışılır tabii) bir şiirle 2000’lerde var olmuştur.  Şeref  Bilsel de biraz daha geç başlamış olsa da 2000’lerde adı öne çıkan şairlerden olmuştur.

            Seksenli şairlerin bazıları öyküselliğe, anlatımcılığa yöneldi. Bunların öncesinde Roni Margulies ve Şavkar Altınel vardır. 80’lidirler. İkisi de İngiltere’de yaşıyor ve Anglosakson şiir anlayışını Türkiye’ye getirmeye çalışıyorlar. Roni, 90’larda ansızın 80’li arkadaşlarını topa tuttu, ki hepsiyle birlikte aynı dergilerde yazıyorlardı, şaşırttı. Hepinizi toplasak bir Attilâ İlhan etmezsiniz gibi bir yazı yazdı. Cahit Külebi vb. şairleri önemsemesi ilginçti, iyiydi ve dikkat çekti. Birçok yönüyle haklıydı ama kuşağını toptan karalaması kötüydü. Sonra da daha çok siyasayla ilgilenir oldu. Şavkar Altınel ise ilginç, soğuk Anglosakson tutumuyla, bir biçimde Orhan Pamuk tarafından (şiirden ne kadar anlıyorsa artık ya da gençliğinde çiziktirdiği birkaç şiirimsiden anlaşılacağı üzere) “Türk şiirinde son 40 yılın doruklarından biri” olarak ilan edildi. Şavkar Altınel yalın, anlatımcı şiirler yazan, zaman zaman şiir dışı öyküselliğin olduğu şeyler yazan orta düzey bir şairdir. Geleneksel olana ve Yahya Kemal’e bakışı yönünden yakın bulurum. Bakın şair değildir demiyorum ama orta düzeydir.  Bu anlayışa yakın olanlar Tuna Kiremitçi (İlk şiirleri ve ilk kitabıyla şaşırtıcı bir çıkış yapmıştı, müziğe yoğunlaştı) ve Nazmi Ağıl gibi adlardır Anglosakson anlayışı sürdürenler. Baudelaire, Rimbaud vb. Fransız şiiri etkisiyle, Akdeniz duyarlıklı şiirimizin yerine daha soğuk, nesnel bir anlayış getiriyor. Böyle bir anlayış ille kötüdür demiyorum ama son yıllarda enjekte edilmeye çalışılıyor. Memet Fuat II. Yeni çıkışından beri bunu yapıyordu. Sonra da bu tutumunu genel olarak Adam Sanat Dergisi ve yayınları çevresinde sürdürdü.

Bir başka anlayış iç dökme ağırlıklı anlayıştır ki bunun kaynağında Ahmet Erhan vardır. Şiirimizde kimliğini oluşturmuş önemli bir şairimizdir (henüz kaybetmemiştik). Yusuf Alper’in; benim, duruşum da yakındır. O kadar iç dökme yoksa da bilinçdışı çatışmaların acının, hüznün vb. dışa vurulması açısından yakınımdır. Bu anlayışın, eğilimin devamı olarak Bejan Matur ve Didem Madak vb. var. Bejan Matur, medyada çok yer aldı, övüldü. Fazla abartıldı. Sonra da bir dinci gazetede sanırım daha çok politik yazılar yazdı. Dinsel, metafizik olanla fazla kaynaştı.  Didem Madak, maalesef üç kitap çıkarabildi, çok genç yaşta “ölümcül bir hastalıktan öldü”. İç dökmeci, bireysel acılarının yansıması olan şiirlerden geçerek toplum içine, mahalleye, mahalleli kadın sorunlarına yöneldi ve “Pulbiber Mahallesi” gibi önemli bir kitap yazdı. Sanırım 2011 ‘deki ölümünden sonra şiirleri toplanıp 3. kitap olarak yayınlandı. Okuyucuyu kalbinden kavrayan şiirleriyle, (erken ölümü nedeniyle de olsa gerek) özellikle genç-kentli-kadın okuyucular tarafından çok sevildi, sahip çıkıldı ve fanları oluştu. Kadına şiddet, kadın öldürümleri son yıllarda arttıkça kadınlar, kadın ve kendi sorunlarına yakın şiirler yazan Madak’ı daha çok sevdi, okudular. Tipik bir feminist değildi Madak ama öyle de algılandı. Genelde sol çerçevede algılansa da bir dönem tanrıyla ilgili yazdıklarıyla dindar kesimin de ilgisini gördü.

Bu dönemde felsefe ağırlıklı bir çıkış da oldu. Epey sayıda okur oluşturan Oruç Aruoba (Onu da kaybettik) örnektir. Haiku benzeri kısa şiirler yazıyor. Yine ilk çıkışını toplumcu olarak yapan ama 90 ‘larda kaynağını İlhan Berk’ten alarak eksiltili bir şiire yönelen, neredeyse sözcüksüz şiir yazmaya çalışan Sina Akyol ‘un açtığı yolda gidenler de var. Serdar Ünver benzer bir şiirle adını belirginleştirdi. Enis Batur’un gittiği yolda da epey genç şairin olduğu görülüyor. Bu arada özellikle şairlerle, Cağaloğlu’yla hesaplaşan, sıklıkla değerinin bilinmemesinden yakınan, oysa iki kitabıyla (sonra çok daha fazlasıyla) da ödül alan 60’ın ikinci kuşağında başlayıp ara veren, 90’lar sonrasında yeniden hızlı bir dönüş yapan Hüseyin Peker, özgün şiirleriyle ayrı bir ses getirdi. Bir başka eğilim protest, anlatımcı, imgeci, mistik ve metafizik eğilim. Bunu İsmet Özel ve Akif Kurtuluş şiir anlayışının sürdürücüsü olarak Ayhan Kurt yapıyor. Ancak Kurt, uzun yıllardır artık yazmaz oldu. İsmet Özel etkisi sağ ve sol anlayışlı çok sayıda şairde belirli düzeyde sürdü. Ece Ayhan etkisi de öyle.

Etnik ve mistik ögeleriyle Metin Kaygalak, Metin Altıok hocasından çok şey öğrenmiş görünüyor. Onun yakınında, benzeri poetik tutumla yazan çok sayıda nitelikli kürt kökenli genç şairlerimiz oldu. Unuttuklarım olabilir: Kemal Varol (artık romana ağırlık veriyor gibi), M. Butakın, Azad Ziya Eren, Seyyidhan Kömürcü, Murat Çakır, Nurullah Kuzu, M. Sait Aydın, M. Şüküran,…  Ancak son yıllarda etnik özellikler çok öne çıkmıyor. Olaylar ve durumlar kanıksanmış, sıradanlaşmış olmalı. Artık birkaçı dışında neredeyse bütün dünya ulusları eziliyor. Dünya globalleşmiş, ulusçuluk bile anlamsız görülürken sanırım etnisiteyi çok önemsememeye başladılar. Evrensel insan anlayışı bunu dayatmış olmalı. Ayrıca iç içe geçmişlik etnisiteyi içinden çıkılmaz hale getirmiş olmalı ki…Tabii tartışma etnik değil dil açısına kaymış durumda. Türk Şiiri Antolojisi mi Türkçe Şiir Antolojisi mi tartışmasını genel olarak Türk kökenli aydın-şair-yazarlar sürdürüyor. Kürt kökenli şairlerimizden pek ses yok. Belki özgürlük sorunuyla ilgili olabilir. Ne de olsa 12 Eylül bitmedi. Belki de öyle bir sorunları yoktur veya şimdilik anadilleriyle yazacak durumda değillerdir. Aslolan yazmaktır.  

Başkaları da var. Örneğin Piya çevresindeki çok sayıda şair. Bunlar etnik ayrıntılar dışında genel olarak 80’in biraz değiştirilmiş sürdürücüsüdürler. Ahmet Telli ve Veysel Çolak’a yakın olanları da var. Bu çizgide başka genç şairler de var. Bedirhan Toprak ve özellikle Ergin Yıldızoğlu protest bir çizgide çıkış yaptılar.

Mistik metafizik ögeler sol kesimden şairlerde de görülebiliyor. Bir tespit olarak söylüyorum. Yararlanan yararlanır. Bu arada islâmcı çizgide gençlerden iyi şiirler yazanlar olurken Sezai Karakoç’un son kitabında (o zaman Afganistan Şiirleri) ciddi bir gerileme görülüyor. İlk kez dindar şiir yazmaya girişen İsmet Özel ‘de de belli bir düzey tuttursa da gerileme görülüyor. Cahit Koytak ise sıkı şiirleriyle en çok dikkati çeken yeni ad oluyor. Cahit Zarifoğlu ölümünden beri üzerindeki ilgi azalmayan zarif ve iyi bir şair. Edebiyat Dergisi okulundan çok sayıda Türkçe’yi çok iyi kullanan dindar genç şairler yazmayı sürdürdüler: Arif Ay, Turan Koç…Alaaddin Özdenören vb Sonraki yıllarda Hüseyin Atlansoy, Necat Çavuş, Cevdet Karal.

Son dönem ya da 90 ve sonrası yazanlarda en belirgin özellik sanki herkes Amerika’yı yeniden keşfediyor. Oysa Amerika tüketilmiş bile. Herkes kendinden başlıyor, kimseyi okumuyor, umursamıyor. (Şimdi de öyle. Demek ki bu şimdilerdeki gençlerin genel özelliği. Tabii çok sıkı okuyan, geleneği çok iyi kavrayan, sindiren genç şairler de var ki onlar geleceğin önemli şairleri olacaklardır.)  Genel olarak pek okumuyorlar. Kendi yazdıkları yetiyor. Ben böyle yazdım, ben yaptım anlayışı ama geçmişte yapılmış, farkında değiller. Zamanları az, belki ondan. Bilgisayar, internet vb. çok zamanlarını alıyor ama şiir de okunmadan yazılmaz. Tabii içlerinde çok okuyanlar, geçmiş şiir birikimini değerlendirenler olacaktır ve onlar başarılı olacaklardır. Geçmiş birikimimizi bilmeyen birinin iyi ve gerçek şair olacağını sanmıyorum.

Daha önce söylediğim gibi son dönem şiirde duygu, hüzün azalıyor, daha soğuk ve nesnel bir anlayış geliyor. İmge, karmaşa azalıyor, yalınlık ve öyküsellik ön plana çıkıyor. Gruplaşma eğilimi genel olarak yok aksine çözülme ve bireyleşme söz konusu. Şimdilerde de grup olmayan birkaç arkadaşlık, dostluk (kankalık) vb. toplanmalar var ve eleştiriliyorlar. İntihar konuları çok geçiyordu, sevindirici olarak azalıyor. İntihar çok yazılmasına karşın neyse ki çok az genç şairimiz intihar etti. Globalleşmenin yansımaları olarak sınıfsız, katmansız bir toplumun şiirleri yazılıyor gibi.

Ayrıca demin sözünü ettiğim şizofreniform yığma şiir anlayışı yerine daha borderline (sınırda) ve narsisistik (ben merkezci) anlayış egemen oluyor. Bu da giderek yalnızlaşma (izolasyon) eğilimini ortaya çıkarıyor. İnsanlar nasıl yaşıyorlarsa öyle yazacaklardır. Daha karmaşık, kaotik. Cemal Süreya’nın dediği gibi ”Şairin hayatı şiire dahildir”. Bu da doğaldır. Burada ( İzmir Kitap Fuarı’nda panelde) daha önce yaptığım “Sanatçı Psikodinamiği ve Şiir-Psikiyatri İlişkisi” başlıklı konuşmamda bunları anlatmıştım.

(Bu konudaki yazılarım yeni kitabım “Şiir ve Psikiyatri Kavşağında” da bulunmaktadır. Bu arada 2001 de 6000, 2010’ da da 4000 basılmıştı. Eski kitapçılarda bulunabilir. Umarım yeni baskısı da yıl içinde olacaktır. Ayrıca yeni yayınlanan “Türk Şiirinin Psikanalizi” kitabımda da bazı yazıların genişletilmiş şekilleri yer almaktadır.)

                                                                                                     2001 – Ocak 2021

*Günümüz Şiiri: Eğilimler, Kimlikler başlığıyla İzmir Kitap Fuarında yaptığım konuşmanın gözden geçirilmiş metni. İki bin sonrasını kapsamamaktadır.

Benzer Yazılar