BOĞUNTULU SOKAKLARIN VAROLUŞÇUSU: DEMİR ÖZLÜ


BOĞUNTULU SOKAKLARIN VAROLUŞÇUSU: DEMİR ÖZLÜ

-Halit PAYZA-

            Demir Özlü 9 Eylül 1935’de İstanbul/ Vefa’da doğdu. Ödemiş İstiklal İlkokulu ve Ortaokulu’nu, Kabataş Erkek Lisesi’ni okudu. Yazına şiirle girdi. İlk şiiri Kabataş Lisesi’nde okurken, öğrencilerin çıkardığı Dönüm Dergisi’nde yayımlandı. Şiirleriyle Türk Dili Dergisi’nde yer aldı. 1959’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. İki yıla yakın Fransa’da Paris Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimi aldı. Türkiye’ye döndüğünde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Metodoloji Kürsüsü’nde, siyasal nedenlerle işine son verilinceye kadar, dört yıla yakın asistanlık yaptı. Üniversite ile ilişiği kesilince serbest avukatlık yaptı. Ne var ki ‘komünist’liği yedek subaylık hakkının elinden alınmasına ve askerliğini sakıncalı olarak yapmasına neden oldu. Askerliğini Muş’ta çavuş olarak tamamlayıp terhis oldu. 1971 karşıdevriminde de bir süre tutuklu kaldı. Kendi vatanında sakıncalı olarak yaşamını sürdürmesi güçleşince 1979’da İsveç’e gitti, Stockholm’e yerleşti. 12 Eylül 1980 karşıdevriminde de vatandaşlıktan çıkarıldı. Türkiye’ye 1989’da dönebildi.

Herkesin bir vatanı vardır, Demir Özlü’nün iki vatanı oldu. Anavatanı Türkiye ve karşıdevrimler sonucu sığındığı ikincisi: İsveç. Bu nedenle iki başkent arasında seyyah olarak yaşamını sürdürmek durumunda kaldı; İstanbul ve Stockholm.

 

Ben gurbette değilim gurbet benim içimde

 

Anılarını anlattığı “Sürgünde On Yıl”da sürgünlüğünü, bir gün geri dönme özlemini, sürgünlüğünden çok kendisine acı veren duygularını şöyle anlatır; “Zaman zaman dönüşün olanaksız olduğunu duyuyordum; kendimi sürgünde duyduğum zamanlar oldu. Ama öyle sanıyorum ki, yurttaşlıktan çıkarıldığımı öğrendiğim 10 Kasım 1986 tarihinden sonra, sürgünlüğü zaman zaman hissetsem de, dönüşün olanaksız olmadığını düşünmeye başladım. İnanır mısınız, asıl insana koyan sürgünlüğün acısı değil, ülkesinin demokrasiye ve özgürlüğe kavuşamamasının acısı!”

Ahmet Oktay, Demir Özlü’nün sürgünlüğünü siyasal yönetimlerle yazarlar arasındaki çekişmeye ilişkin yazısında, siyasal yönetimlerin değil, yazarların kazandığını belirtir. Özlü de bu çatışmada şimdilik yenik sayılsa da “Galip sayılır bu yolda mağlup” algısıyla yengiye ulaşacaktı. Buna ilişkin yaşanan nice on yılları yaşamıştır bu ülke. Tevfik Fikret’in de ‘Sabah Olursa’ şiirinde “bu memlekette bir gün sabah olursa…” dediği pek çok akşam yaşanmış ve sabahlar hep ertelenmiştir. Türkiye sabahlarını yaşamayı hep ertelemiştir. Tevfik Fikret’in “Sis” şiirindeki gibi sabahlar hep sisler ardındadır, dağılması hep sonraya ertelenmiştir o koyu sislerin.

Demir Özlü’nün öykü, deneme, eleştiri ve çevirilerini; arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları Mavi ve A, ardından Pazar Postası, Yeni Ufuklar, Soyut, Somut, Yeni Edebiyat, Gösteri ve Adam Öykü dergilerinde yayımladı. Özlü, koşulların dayatmasıyla modern Evliya Çelebi gibidir. Öyle yaşamış ve özellikle 1980’den sonra yazdığı roman, anlatı, anı ve gezi kitaplarını yaşadığı gibi yazmıştır.

Özlü, 1964’te “Soluma” kitabıyla Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü, 1989’da “Stockholm Hikâyeleri” kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, “Bir Yaz Mevsimi Romansı” romanıyla da Orhan Kemal Armağanı’nı kazandı.

 

Kaleydoskoptaki Kentler

 

Jean Paul Sartre’nin varoluşçuluk’undan etkilendiği görülüyor. Paris’te bir kafede otururken aynı kafede Jean Paul Sartre ile karşılaşır. Ancak onunla tanışmayı çok istemesine karşın, yerinden kalkamaz, onunla tanışma olanağını yitirir. Behçet Necatigil, Demir Özlü’nün yazdıklarını ‘varoluşçu’ ve ‘gerçeküstücü’ olduğunu söyler. Necatigil’e göre Özlü, aydın tavırları ve ‘esrarlı havasıyla’ yalın gerçekçiliğin karşıtı bir yazardır. Özlü yazdıkları ile Türk Yazını’na ‘Bunalım Yazını’ denilen türü getirir ve bu türün öncülerinden biri olur.

Özlü’nün İstanbul’u kozmopolittir. “Boğuntulu Sokaklar”da yazdığı gibi modern yapılarıyla anlatmaz İstanbul’u. Daha çok Rum ve Ermeni yapısı taş evlerden, sokak aralarındaki kiliselerden oluşmuş eski İstanbul’dan söz eder. Levantenlerini, diğer azınlıklarını henüz yitirmemiş bir İstanbul’dur Özlü’nün İstanbul’u. İsveç’te de yazsa öykülerini Bizans artığı surlar öykülerinde yer alır.

Yurtsama içinde peronlarında trenler beklediği istasyonları, kendi çocukluğunun istasyonlarına benzetir. İsveç’teki istasyonlar da Anadolu’da gördüğü, çocukluğunun ayak seslerinin yankılandığı istasyonlar gibidir. Nerede yaşarsa yaşasın, anılarındaki İstanbul’u da yanında taşır Demir Özlü. Unutmaz onları, aksine unutmamak için sıklıklı anımsar.

Şennur Sezer, Özlü’yü olay öykücüsü olarak değil durum öykücüsü olarak nitelendirir. Bir yazısında Özlü’nün öykülerindeki ayrıntıcılığından söz ederken, bu tutumuyla betimlemenin ötesinde atmosfer yarattığını yazar. Özlü’nün öykülerindeki bütün öğeler bir atmosfer yaratmak içindir. Özlü’nün bu bakış açısını ‘kaleydoskop’ olarak adlandırır, Sezer. Kaleydeskop’ta bütün görüntüler çoğalarak, hem bir bütünü hem de birbirlerinin yansımaları olarak vardırlar. Bu kaleydoskop’ta Özlü’nün, Evliya Çelebi olarak yaşadığı, dolaştığı bütün kentlerin görüntüleri yedi tepeli şehri İstanbul’un görüntüleri ile üst üste biner, bir ve tek olur. Hem İstanbul, hem Stockholm hem Paris aynı kaleydoskopta birbirleri içinde yaşamayı sürdürürler.

Özlü’nün öykülerinde, romanlarındaki kentlerin ruhu; Özlü’nün de oradan oraya savrulan ruhudur. O ruh anlamsızlığı, kuşkuyu, hiçleşmeyi, sessizliği; ağır ve hüzünlü bir dille, kendi iç sesiyle anlatır. Öyküleri bunun için kentlerin ruhunu ve bu ruha sahip insanları üstgerçekçi ve varoluşçu bir biçimde anlatır.

Her kentin ruhu, onun bütün sokaklarını kendi ruhunda taşıyan bir yazarın içindedir. Bu yüzden; biraz da yazarlar, nereye giderlerse gitsinler içlerindeki kenti de beraberlerinde götürürler. Her yazar yaşadığı kente aittir, yazarın yazdığı her kent de bu yüzden yazara aittir

Yazarın Tüm Yazıları