Metin Fındıkçı’nın Toplu Şiirleri (SESSİZ) üzerine


Semih Çalı: Metin hoca, ben, “Sessiz”i okurken sana sormak istediğim birkaç soru not etmiştim. Aslında bu sorular aklıma takıldığından değil de, benim şiirle, şiirinizle ilgili öğrenmek istediğim sorulardan oluşuyor diyelim. İlk soru: “Taşa Masal” kitabından olsun istedim, yani Toplu Şiirler “Sessiz”in son kitabından.

Nedeni şu: Taş imgesi sende takıntı (olumlu anlamda) olduğu içindir. Taş imgesi şiirindeki yeri nedir?

Aslında “Taşa Masal” şiirine ve de kitabına varmadan, şiirinizde hep taş imgesi vardır; mesela, “Taşa Nakış” şiiri gerçekten doğu-batı akarsularının birleştiği dev bir nehirdir, kendi adıma bunu söyleyebilirim.

Metin Fındıkçı: Taşa Masal’a övgün için teşekkürler. Bir yazımda, şairin ilk rahminden sonraki adımı evin taş eşiğinin rahmidir; emekleye emekleye çıkar taş avluya, demiştim. Dolayısıyla, taştan eşik, taştan avlunun rahmi her şaire nasip olmaz. Mardin’e gitmişsen, görmüşsen bilirsin. Mardin olduğu gibi, eviyle, avlusuyla sokağıyla meydanıyla camisiyle kilisesiyle taştan inşa edilmiş bir kenttir. Mimarisi korkunç güzeldir. Ben o taş evlerin birinde doğdum, çocukluğum o sokaklarda geçti. Bu yüzden taş imgesinin anlamı bende sonsuzdur, anlamlıdır, anaçtır, şiirdir. Çocukluğumda kocaman yeri olan taş imgesine ek olarak: Yıllar önce Lazkiye Şiir ve Sinema Festivaline çağrılmıştım. Festival kapsamında İranlı bir yönetmenin “Taş” adlı kısa metrajlı bir filmi gösterilmişti. (yönetmenin adını anımsamayacağım şimdi) filimde Taşın insan yaşamındaki etkisini anlatıyordu. Doğum, yaşam ve ölüm olmak üzere film üç bölümden oluşuyordu. Kısaca: film taşın üstünde doğan bir bebekle başlıyor. Gençliğinde mesela İsrail askerlerini taşlayan vs aynı çocuk; vurularak yaşamını yitirince mezarı başına dikilen ve adı yazılı bir mezar taşıyla film bitiyor. Zaten şiirimde taşın varlığı, imgesinin yeri kocamandır bu filmle daha bir anlam kazandı.   

Taşa Masal, aynı zamanda Berkin Elvan için yazılmış, kitapta da yer alan bir şiirin adıdır. Berkin’in ağzından yazılmış bir şiirdir. 14 yaşında bir çocuğun ulaştığı bir masaldır veya ulaştırıldığı. Gazeteler uzun uzun yazdığı için, devlet büyüklerimizin uzun süre dillerinden düşmediği için, hepimiz biliriz. Ekmek almaya giderken bir mermiyle vurularak yere düşen ve İki/ yüz/ altmış/ dokuz/ gün hareketsiz, bitkisel hayat yaşayan bir çocuk masalıdır. Dahası, Berkin çocuk ölümünden sonra, bir ülke için af edilmesi mümkün olmayan bir terörist muamelesi görmesidir. Ne acıdır ki, katili asla ve asla yargılanmayacak, yargılanması istenmeyecek! Tezer Özlü’nün, sanal alemde bayağı ün kazanmış bir lafı var “Burası bizim değil bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi ben burada, bu söze azıcık karşı durup: Burası bizim de ülkemiz, bizi öldürmek isteseler de sonuna kadar haklarımızı savunmak, özgürlüğümüzü istemek hakkımızdır, ülkesi diyorum. Evet, geçmişte yaşananlar için söylenen söz, yıllar sonra yaşatılan olaylarda, yürütülen politikalarda, bir daha hatırlanması çok üzücü. Bu da demek oluyor ki, özgürlük ve demokrasi adına ülkemizde bir şeyin değişmediğini gösterir. Taşa Masal, katledilen bir çocuğun masalıdır. Onun için şiir yazmaktan başka ne gelir elimizden. Kitabın adı da, onun için yazdığım şiir olsun istedim. Berkin çocuk, nur içinde yatsın!   

Bir şiirimde ne demişim:

(Dünyanın dinginliğini yaratan vahşeti

Kusursuz ölümün mezarında buldum.

Sur ve firuze kentine mekân oldum.

Yaşlı taş ustası bastonuna dayanıp

Rüzgarın çağırdığı güneşle süsledi ince tenimi;

Ben geceleri rüzgarın çağırdığı yağmurla gezdirdim ellerimi

Atların kanlı yelelerini sildim

Dilini bilmediğim su taşıyan kadınların

Geniş kalçalarını okşadım.

Zamanı küçük adımlarıyla hecelemesini bildim.) demişim. Bu dizeler “Taş” imgesinin rahminden doğan dizelerdir.

Semih Çalı: Taş imgesinden devam edersek, bu imgenin ilk kitabınız “Harabeler” den başladığını görrebiliriz desem yanılır mıyım, örneğin: harabeler başlı başına veya arkeologlar bu tür imgeler taş imgesiyle bütünleşen imgelerdir denbilir mi?

Metin Fındıkçı: Tabi ki denebilir. Şairin ilk rahminden sonraki adımı evin taş eşiğinin rahmidir; emekleye emekleye çıkar taş avluya, dedim ya; her şairin çocukluğundan peşine düşen bir çeşit, kafasını yoran, bu şiire de yakışır dediği imgeler vardır. Şair farkında olmasa da peşine düşen imgeler vardır ve bu imgeler şairin dilini oluşturan imgelerdir. Dolayısıyla Taş imgesinin ilk kitabımdan hatta ilk şiirimden peşime düşmesini anlarım, inanırım.

Semih Çalı: İkincisi, çocukluk, çocukluğunuzu çağrıştıran imgeleri sormak istiyorum. Mesela: 94 veya 2000 yılında yazdığınız şiirlerde bile çocukluk imgesinden değinmeler bulabiliriz, bu da demek oluyor ki, taş gibi bazı imgeler birlikte çocukluk imgesi bir takıntıdır şiirinizde. Özellikle “Karanfil Mesafesi” “Çölden Hırka” gibi, bunun sizde, şiirinizde anlamı ne olabilir?

Metin Fındıkçı: Çocukluğu insanın hayatından söküp atmak mümkün değil. Şairin çocukluğunu görmezden gelmesi ise olanaksızdır. Bir önceki soruda da değindim: Şairin dilini oluşturan, takıntı haline getirdiği imgelerin yanında geçmişidir, yani çocukluğudur. Şairi şair yapan da çocukluğundan peşine takılan imgelerdir ve bu imgelerle oluşturduğu ve de sığındığı dildir.

Semih Çalı: “Katran” ve “Gülün Koynuna Düşen” bu iki kitap öbür kitaplardan biraz daha farklı; bana göre bu iki kitabı ayrı tutmak gerek nedeni: Daha yoğun, dünyaya daha geniş perspektiften bakan şiirlerden oluşmalarıdır. Kabul şiirlerin herhangi bir yerinden okuduğumuzda, Metin Fındıkçı'’nın şiir diline ulaşmak mümkün, orada bir kuşku yok. Ama düş gücü ve şiirleri oluşturan imgeler çok daha çok daha geniş ve okuyanı çok daha başka yerlere taşıyor. Daha zengin, siz ne düşünüyorsunuz?

Metin Fındıkçı: “nehirler ürkerek aktı denize / denize taşıdıkları delillerden ürkerek aktı nehirler

                                   ve bizler

                        uzaklara gidiyoruz kilit vurduğumuz evimizle

                        uzaklara gidiyoruz seviştiğimiz yatağımızla

                        uzaklara gidiyoruz ayrık otların içinde mezarlarımızla

                        uzaklara gidiyoruz bağlara çıkan yollarla

uzaklara gidiyoruz baykuşların öğrettiği gecelerle

                        uzaklara gidiyoruz birbirimize fısıltıyla anlattığımız düşlerle

                        uzaklara gidiyoruz

                        uzaklara gidiyoruz

iki kıyı arasında akan cehennemle denizi öğrenmeye geliyoruz uzaklardan

“Elleriyle kırdılar doğunun harflerini” diyordu

kadim bir şair”

Sanırım bu örnekte olduğu gibi, bunu kast ediyorsun.

Birçok kişiden duydum, birçok kişi sormuştur: Neden Ortadoğu’dan imgeler değiniler, diye. Sanırım Arapçadan çeviri yaptığımdan olmalı hemen yaftalama başlar. Arap şiirinden… gibi. Arkadaşlar, aynı coğrafyada yaşıyoruz ve yanı başımızda, komşumuzda ne şiddet bitiyor, ne de Emperyalistlerin yarattığı orantısız savaş. Bu şiddete bu zulme dönüp bakmayalım mı, görmezden mi gelelim. Şiir evrensel olması gerekmiyor mu, dünyanın iyi tarafını görüp kötü tarafına yüz çevirmek olur mu? Bulunduğumuz coğrafyada, Doğu-Batı iç içedir. Beyazı görüp siyahı görmezden gelmek yanlıştır.     

Semih Çalı: Bir şairin kendine özgün şiirlerden, kitaptan söz edilecekse bence Metin Fındıkçı’nın “Çölden Hırka” kitabından söz etmemek büyük bir yanılgı olur. Şiirin kendine has özgünlüğünden demişken, “Çölden Hırka” yı oluşturan şiirlere benzer sonraki kitaplarındaki bazı şiirlerinde yakalamak mümkün,“Soğuk İklim” şiiri örneğin. Özgünlük şiirdeki anlamı ne olabilir? İkincisi şiiriniz yarına kalacak mı?

Metin Fındıkçı: İyisi mi ikinci sorunuzdan başlayayım. Hiçbir şair şiirim mutlaka ve mutlaka yarına kalacak, diye kesin bir şey söyleyemez. Abes olur. Ama şair şiirini insan için yazıyorsa ve şiirini okuyanların tarafından içselleştirmişse, gelecekte zaman ve mekanda okuduğu o şiirlere denk gelip anarsa, kalmış demektir. Kısacası: Şair bunu ister, ama şairin istemesi başlı başına bir şey ifade etmez. Şair-okuyucu-şiirlerin yazıldığı tarihte zamana ve mekana bakar.

Çölden Hırka kitabımın ve barındırdığı şiirlere olan övgün için teşekkürler. Evet sanırım veya bana göre, özekllikle kitabın “Çarşılar” bölümü kendine has bir özgünlük taşıyor, bunu söylemek için insanın kendisini övmesi gerekmez. Gerçek neyse odur.

Benzer Yazılar