OLDUĞU GİBİ’ ŞİİRE SIĞINMAK!..


Fatma Aras’ın Göğü Azalan Kuşlar (2012) kitabıyla ilgili yazdığım yazıda, “Halkları, bireyleri mutsuz kılan her olguda korkunç bir boşlukla karşı karşıyayız,” (Çini Kitap, Mart/Nisan 2013) demiştim. Çünkü o kitabın toplamından öyle bir mutsuzluk yansımıştı bana.

Olduğu Gibi⃰  yapıtında da aynı mutsuzluk çizgisi kalınlaşarak sürüyor ne yazık ki! Gerçekliği yadsımak olası değil. Görünen neyse, o!... Çoktandır mutsuzluğu konuşuyoruz.  Aras’ın,  Akatalpa’nın Mart-2021 sayısında yer alan “Kudurgan Zaman” başlıklı, “Bu zamanın adı yok / bir söz keser kavgayı / yüz yüze binlerce anlam, aynı fotoğraf içinde / öldüğümü bir kendim biliyorum” dizeleriyle başlayan son şiiri de aynı şeyleri söylüyor bezgin bir ruh hali içinde.

Kimileri, “Utanç Çağı” diyor, kâbusa benzer bu kara çağa. Dünya felaketler püsküren bir gezegene dönüştü giderek. Suyunu, toprağını, havasını, her şeyini zehirledik. Doğal kaynakları gelişi güzel yağmaladık. Bitkileri, hayvanları canice yok etmeye koyulduk. Şiddeti enikonu yaşam biçimi edindik. Dilimizi şiddet diline indirgedik. Barışın yerine savaşı yeğleyerek insanlığın geleceğini kararttık. Açlığı, yoksulluğu, işsizliği, sevgisizliği, küresel sömürü ve şiddet sarmalıyla misliyle artırdık.

Böyle bir ortamda mutlu olmak çok zor elbet!

Herhangi bir kötülükte parmağı olmayanlar, belki masum olduklarını savlayabilirler. Ne var ki olup bitenlere karşı susup seyirci kalmanın sorumluluğunu üzerlerinden atamazlar!..

Şimdi şairin. Olduğu Gibi kitabının adını taşıyan şiirin ilk dizelerine kulak verelim de sürdürülebilir kötülük imajı yaratan yıkımın boyutunu daha yakından görelim:

"Toprağı oyar gibi ruhumuzu oydular

toplandı ellerimde herkesin karanlığı

rengimizi kaybettik derin karanlıklarda"”(s:26)

Sadece rengimizi mi?.. Özümüzü, kişiliğimizi, yaşama sevincimizi de…Son dizeler de aynı karamsarlıkla bitiyor ne yazık ki:

“İşte kör oldum uzağı gözlemekten

dilimde tutuşan sözcükler

yürek, olduğu gibi…”

Sıradan bir durum değil bu kara yazgıya benzeyen çökkünlük hali!.. Sorunsalın da sorunsalı gibi bir şey..! Bu yüzden “herkesin karanlığı” tanımı cuk oturmuş dehşet kuşatmasına.  

Karşımızda, içiyle dışıyla yıkılan bir insan profili var. Kaldı ki İçe Gezintiler şiiri, “Hangi yanıma dönsem bir yıkıntı ürpertesi”yle başlayıp, “İnsanlar yaprak döküyor” (s:20) karamsarlığıyla bitiyor.

Sonuçta insandan şiire yansıyan distopya gerçeği can sıkıyor. Hangi şiire baksak yüzü asık, yüreği paramparça. Örneğin Kargış Gibi’de yine aynı hüzün üşüşmüş başımıza:

“İşte dünya, bir yanımız hep yolcu

yapraksız ağaç hüznüdür benimkisi

sahi kaç acıya vatan olur bu yürek” (s:17)

Mutsuz bir toplumun en yakın tanığı evler olsa gerek. Birimsel bir tanıklık diyelim buna. Dört duvar arasında yaşanan huzursuzluk kapıdan, bacadan taşıyor, soğuk rüzgârlar estiriyor.  Şiddetle şımaran boşluk mutluluk kırıntılarını yutmuş durumda. Aşk, sevgi, dostluk, hoşgörü gibi kavramlar evlere uğramıyor artık. Ocağımızın ateşi sönük, külümüz yabancı. İkili ilişkiler dondurulmuş, sıcacık merhabaların arasına nefret tohumları ekilmiş:

“Evlerdeki soğukluk dünyayı üşütüyor

gittikçe kararıyor itildiğimiz boşluk

bulut olduk, yağmur olduk, buz olduk

tenimiz acı dolu

şimdi daha serin aramızdaki uçurum” (s:9)

Kendini “Odlar Yurdunun Kızı” olarak adlandıran Azeri kökenli şairimizin, bu korkunç savrulma hakkında söylediği iki dize, yetip artıyor genel çerçeveyi kavramaya:

“Kaçağım, dokunsam gül kanıyor” (s:33))

“Kanayan bir yarada anlam arıyorum” (s:38)

İçindeki Karabağ yangını sönmek bilmiyor dağlar kızının. Böyle durumlarda, “Adımlarım kısa, yalnızlık uzun / Herkesin bir adresi var dünyada / Beni dağlara sorun” (s:60) diyen yankılı avazı giriyor araya. Dağı dağa ekleyerek sağaltmaya çalışıyor yarasını:

“Küçük ağrı

kendimi sende aradım, siyah beyaz

özlemlerim bir tablonun içinde

kederine dokunsam, Fatma diyecek bana

Ağrı’mın ses kardeşi

Bal Ağrı! Bala Ağrı…” (s:47)

Kaçak yaşamak ve sürekli yaralı kalmak, bireysel kaygılardan hareketle, oradan oraya sürüklenen halkların acısını duyuruyor bize. Az önce sözünü ettiğimiz şiddet sarmalının kentleri ne hale soktuğunu merak edenleri şöyle yanıtlıyor şair:

“Ne çok yalan ne çok çığlık kentlerde

çoğul aşklar bana uymaz sevgilim

tutuyorum, seviyorum içimdeki yaramı

silinmiyor dil lekesi, ne acı…” (s:59)

Dünya çapında bir kuşatmaya neden olan korana salgınını da hesaba katarsak, “felaketler çağı” da diyebiliriz bu çağa. Böyle bir ortamda kalkıp zamana dilekçe yazmak, kitlesel ölümlerle çoğalan umarsızlığın sonucu olsa gerek. “bir maskeli balo ki bakış bakışa yama” (s:53) şeklinde özetlenen noktada, “Şimdi, rüyasında parka çıkıyor çocuklar /  herkeste ayrı yaşam, yüreklerde aynı panik / tekliğimle selamlaştım” ruh haliyle karşılaşmak oldukça ürkütücü.

Her şeye karşın şairde umut tükenmiyor. Seferis’in, “Karanlık benim ışığım olacaksın,” arayışı ekseninde, “karanlığa doğmaktan” söz ediyor. Israrı, inadı, yaşamak ve yaşatmaktan yana. Dahası yeniden doğmakla eşanlamlı. “Rüzgârın güç verdiği iki ateş arasında / dedim / can dedim / anne beni doğur dedim” (s:41) dizeleri böyle bir isteği kamçılıyor. Araya “süt kokulu yemini” de sıkıştıralım. Elde kalan insanlığı korumak ve geliştirmek bahsinde çok önemlidir bu tür düşsellikler. Şiirin gerekliliğini de aynı şekilde açıklayabiliriz çekinmeden.

Olduğu Gibi’de, “Kalbimi açsam yanardağlar patlayacak” (s:15) sıkıntısıyla çığlıklar atan bir şairin, Hazar mavisiyle dalgalanan aşk ve şiir dolu duyarlığına doğru içsel bir yolculuğa çıkıyoruz.

Olduğu gibi şiire sığınmak da diyebilirsiniz buna!..

⃰ Olduğu Gibi – Fatma Aras, Temren Yayınları, 1.basım, Aralık 2020

Benzer Yazılar