“Rüyalarına giriyor muydu?”
“Hem de nasıl!”
“Siz farkında değilsiniz ama Kaan’ın gözleri o kadar şey ki şimdi Kaan neredeyse ağlayacak.”
“Iıııı, ıngaa, aaa, ıııı, ınga…”
“Bu kadar çok mu istiyordun Kaan?”
“Iıı, eğvet, ınga…”
“Neden bu kadar çok istiyordun?”
“Iıı, anlayamazsınız. Inga, ıhıhııı, beni en büyük çeken motorun yaptığı dalga köpürtmesi, ııı, ınga...”
(CTRL+C, CTRL+P > gogıl’a yaz, ara: “motorun yaptığı dalga köpürtmesi” > yutıb’a gir, izle.)
Küçük bir yavrucağa, küçücük bir çocuğa milyonlarca liralık bir teknenin on beşinci yaş günü doğum günü hediyesi olarak verilmesi ve o çocuğun bu gözyaşlarını dökmesi, insanlığa sığar mı , yazık değil mi bu çocuğun bu gözyaşlarına? Yaşıtları ayakkabı boyarken, aç gezerken, fabrikalarda ölürken… Yazık değil mi insanlıktan çıkmış hâlinize? Kapitalizm dini, çocuklara bile sirayet ediyor. Peki, bu dinin tüm putlarını kıracak olan İbrahim kim? Bu putları kıracak olan balta ne? Şair mi? Şiir mi?
Her gün milyonlarca kişinin ibadete koyulduğu plazalarda şiir yoktur, insan yoktur, insanlık yoktur, duygu yoktur, aşk yoktur. Bakmayın her hafta milyonlarca lira harcanarak çekilen ama nedense size bedava sunulan ve hatta hepiniz aynı anda pürdikkat onları izleyesiniz diye bin bir takla atılan televizyon dizilerine. Orada sunulan ilişkiler de aşklar da sahte. Turgut abinin dediği gibi “Her şey naylondan”, “o kadar”. Yazık değil mi beyinleri yıkanmış bu insanların sıtarbakstan alınmış bir zımbırtıyla gezerek mutlu olacaklarını sanmalarına , bir lamborjini ile hava atma onursuzluklarına ve kişiliksizliklerine?
Yazık değil mi başkaları sokakta kalırken gece gündüz çalışıp tıripleks ev alma çabalarına? Kapitalizm dini, bir virüs gibi herkese sirayet ediyor, hızla. Mutantı, varyantı da caba… Peki, kim yok edecek bu mikrobu dünyadan, bu virüsün antikoru ne? Şair mi? Şiir mi?
Anlayamazsınız! Lüks yalılarınızda “burunları rendelenmiş, memeleri silikon” kadınlarınızla ya da protein torbası, bol paralı, robotik adamlarınızla, sadece satın alınmış ve satın almış birileri olarak, “mülkiyet” rejiminin sadece bir mülkü ve bir mülk sahibi olarak… Bizim bir yeşillikle uzanıp öpüşmemizi, ucuz bir bodrum katında sevişmemizi, bir şişeden şarabı bölüşmemizi, sizin övünerek baktığınız bir beton yığınının, bir gökdelenin, bir binanın yerle bir olmasından sonraki “bilinmeyen bir ufku” hayranlıkla seyredişimizi, “kalanların ölenler için yazdıkları” şiirleri okurken hüzünlenmemizi…
Anlayamazsınız!