YEDİ ULU OZAN / A.GALİP

FacebookTwitter

Bazı rakamlara olduğundan başka anlamlar yüklenir. Adeta birer sayı olmaktan çıkartılıp mistik birer varlık olarak anlam kazanırlar. Bu durumun sadece birkaç kültürde, toplumda, uygarlıkta değil hemen hemen her dönem ve her toplumda böyle olduğunu söyleyebiliriz. Kolaylıkla batıl inanç deyip geçilebilir ama bunun yaşamdaki karşılığı ortadan kalkmış olmaz. Öyle ki kimi sayılar başlı başına dünyayı açıklama ve hatta yaşama biçimi halini bile alabilir. Büyük cemaatlerden tutun irili ufaklı yüzlerce grup oluşturacak birçok topluluk, sayılara yükledikleri anlamlarla kendilerine mistik bir dünya oluştururlar. Daha öncesi de olmakla birlikte hemen Antik Yunan dünyasından buna bir örnek verebiliriz. Hani şu hala denkleminden dolayı bildiğimiz Pisagor ve Pisagorcular. 30 yıla yakın doğuda yaşayıp Sicilya’ya döndükten sonra gizli, mistik tarikatını kuran Pisagor’un, sayısı 300’ü geçen müridi olduğu rivayet ediliyor. Ömrünü sayılara vakfetmiş olan bu büyük matematikçinin rakamlara yüklediği bunca gizli hikmetin sırrı hala çözülmüş değil. Evrenin dilinin matematik olduğunu söyleyen, modern fiziğin kurucusu Galilei’den yaklaşık 1500 yıl önce yaşamış bu büyük matematikçinin rakamlara yüklediği anlam hala şaşkınlıkla karşılanmaktadır. Pisagor’dan Plotınos’a uzanan çizgiyi biliyoruz. Hatta büyük filozof Platon’un bile defalarca Sicilya’ya gidip Pisagorculardan bilgi almaya çalıştığı biliniyor. Plotınos ise bu mistik öğretilerden etkilenerek evrenin 1(bir) sayısından kaynaklandığını, var olan her şeyin bir’den taşıp varlığa geldiğini iddia edecektir.

Hristiyan teslis, üçleme anlayışının temelinde de bu sayı mistisizmi olduğu söylenebilir. İslam dünyasına baktığımızda da temelini Hint uygarlığından alan tasavvuf anlayışının, hurufilik anlayışının bu zemin üzerinde yükseldiğini görürüz. Her rakamın, her harfin farklı bir çağrışımı ve anlamı olduğu iddiasıyla inanılmaz bağlantılar kurulur.

Modern bilimin matematiği temele alarak nitelik ve nicelik hesapları, evrenin matematik diliyle yazılmış bir kitap olduğu tezleri, kimya, astronomi, biyoloji ve diğer bilgi disiplinlerinin, yine kuantum alanındaki sonsuz küçükler hesabının derin uzmanlık alanı teknolojiyi neredeyse ışık hızıyla ilerletiyor. Fakat sözünü etiğimiz bu bilimlerin sayılara verdiği anlamlarda mistik bir boyut göremeyiz. Bir nitelik ve nicelik ölçümü olarak karşımıza çıkar. Ağırlık, mesafe, zaman ölçümü veya derecelendirilmesinde kullanılır sayılır. Daha kesin bir ifadeyle şunu da söyleyebiliriz: Bilimin net ve kesin bir ifadesidir sayılar. Ancak bütün bir hayatı belirleyen ve yönlendiren şey, sadece bilimden ibaret değil. Bunun yanında genişçe bir metafizik alan da bulunmakta. Varlığın bütünüyle bilimsel olarak algılanması, aydınlatılması, anlaşılması mümkün değildir diyen felsefi anlayışlar da bulunmakta. Yaşamın derin bir metafizik temele dayandığı iddiasını bir çırpıda reddetmek o kadar da kolay olmuyor. Güçlü felsefi argümanlar geliştirerek derin bir tartışmaya girmek gerekiyor. Bu noktada H. Bergson’u anabiliriz. XX. yüzyılın önemli filozoflarından biri olan ve ifade gücünün inceliklerinden dolayı Nobel edebiyat ödülünü alan Bergson “içsel yaşantıların” sayılarla ölçülemeyeceğini iddia eder. Hüznü, coşkuyu, acıyı ölçebilecek bir sayısal sistemin bulunmadığını tartışır. Bu tür içsel yaşantılarının süresini hangi saat dilimiyle ölçebiliriz diye sorar. Yani yine metafizik bir artıkla yüz yüze bırakır bizi.

Kimi sayılara, nedenini kişi ya da kültüründe bulabileceğimiz değer veya anlam yüklendiğini biliyoruz. Örneğin 13 rakamının uğursuzluğuna ilişkin bunca batıl inancın kaynağı ne? Çift rakamların bereketi karşısında tek rakamların bir kenara atılmasına sebep olan inançlar nereden kaynaklanıyor? Daha da ötesi var. 3’ler, 5’ler, 7’ler diye başlayan dualar ne anlama geliyor? Sayıların, rakamların gücüne olan bu güven nereden geliyor?

Daha popüler bir alandan söz edelim. 7 rakamında somutluk kazanan dünyanın 7 harikasından örneğin. Herhangi bir 8. harika artık yaratılamaz mı ya da yaratılamıyor mu? 7 sayısında sabitlemenin kökeninde ne var?

Yazımızın başlığına dönecek olursak Alevilerin inanç dünyasında 7 Ulu Ozan belirlemesi kökenini nasıl bir durumdan alıyor? Alevi kültürü neredeyse bütününü sözlü kültürden, ozanlık geleneğinden alır. Ozanlık geleneği ise usta-çırak ilişkisiyle varlığını sürdürür. Çok geniş bir coğrafyaya dağılmış, yüzlerce yıllık bir tarihe sahip, milyonlarca kişiden oluşan, kültürünün maddi temelini sıkı örgütlenmiş ocaklar ve ozanlık geleneğinin oluşturduğu Alevi dünyası kendisini neden 7 ozanla sınırlandırmış olabilir?

Alevi dünyasında kabul gömüş 7 ozan, bir iki isim farkıyla genellikle şu isimlerden ibaret: Seyyid İmadeddin Nesimi, Şah Hatayi (Şah İsmail), Fuzuli, Yemini, Virani, Pir Sultan Abdal ve Kul Himmet. Doğum tarihlerine göre sıraladığımızda 14. yüzyıldan 16. yüzyılın ortalarına kadar olan yaklaşık 250 yılı kapsar. Bu duruma ilişkin sorulan kimi soruları şöyle sıralayabiliriz:

Ulu ozanlar neden bu tarih aralığından seçilmiş de daha önceki veya daha sonraki tarihlerde yaşayan kimse yok?

Bu kişilerin belirlenmesinde ne gibi bir ölçüt etkili olmuş?

Bu ozanlar Aleviliğin inanç ve ibadetlerinin temellerini atan ya da oluşturan kişiler midir yoksa bu inancı en iyi biçimde yaşayan örnek kişiler midir?

Kul Himmet ile birlikte Alevi inancı son şeklini aldığı için mi orada dondurulmuştur?..

Soruları çoğaltabiliriz ama bu kadarı yeterli sanırım. Bütün inançlar, dinler, diller diğer bütün kültürel kurumlar gibi yaşayan birer organizmadır. Alevilik üzerine günümüzde yürütülen tartışmalara baktığımızda bu yaşam döngüsünün ortaya koyduğu çelişkiyi görüyoruz. Geleneksel ve modern Alevilik üzerine yapılan çalışmalar, Aleviliğin bir inanç, kültür, din, yaşama biçimi adına ne denirse densin dinamik boyutu ile bu inanç mensuplarının gösterdikleri direnç arasında varlığını sürdürmeye çalışıyor. Alevilik artık kendini sözlü kültürle ifade etme, yaşatma, çağa adapte etme durumunu çoktan geride bıraktığı için olsa gerek geleneksel alanındaki figürlerini aynen muhafaza ediyor. Yazılı bir üretim, tartışma hatta yeni bir terminoloji oluşturma zorunluluğu kendisini dayatmasına rağmen ozanlık geleneği de bu inancın çok önemli bir ritüeli (cemlerdeki zakirler düşünülsün) olmaya devam ediyor. Hatta bu ritüeller Alevi camiasının dışına taşarak diğer din ve kültür mensuplarının seküler yaşamında vazgeçilmez bir unsur haline geliyor. Alevi inancının en batini motiflerini, kimi remz ve şifrelerini ifade eden deyiş, semah ve duazlar en popüler yorumcular aracılığıyla en çok dinlenen eserler olarak müzik dünyasını sarsar hale gelmiş durumda.

Alevi inancının, kültürünün tartışılmaz kurucu ve yaşatıcıları olan 7 Ulu Ozan’ın bıraktığı miras geliştirilerek yaşatılıyor. Aslında daha yakından bakıldığında her birinin kendilerine has üslup sahipleri olmaları bakımından orijinleri araştırıldığında her birinin ayrı bir bölgeye dağılmış olan Alevi ocağını temsil ettiği söylenebilir. Alevilerin dağıldığı coğrafya ve çoğalan nüfusu göz önüne alındığında bu 7 Ulu Ozan’dan el alarak nice 70 ulu ozan saymamızın mümkün olacağı açık olsa gerek.

Aşkın bir yaratıcı fikri, yaşamı öte dünyadaki sonsuz hayata hazırlık olarak görme inancı şu veya bu oranda insanları tedirgin etmeye devam ediyor. Adına iman denilen, uzun ve derinlemesine bir sorgulamayla kişiye aklını kullanma cesareti aşılayan entelektüel çaba karşısında çok kolayca sığınılacak bir liman sunuyor. Çevremizde gördüğümüz, yok olup giden canlılar karşısında biz insanlar yok olmayı kabul edemiyoruz. Sonsuza kadar yaşama arzumuz, apaçık bilgiler dışında bizi bir arzular diyarına mahkûm ediyor. Ölüm gerçeği hayal dünyamızı öyle bir canlandırıyor ki bir an önce bedenimizden kurtulup sonsuza kadar yaşayacak ruhumuza öte dünyalar kurguluyoruz. Var olduğumuz, var olacağımız biricik yaşam burada diyenlere katiyen tahammül gösteremiyoruz. Dante’nin o ironik, o seküler çağrısını bir kenara bırakıp korkularımızı bize karşı kullanan kişilere teslim ediyoruz. Din ve siyaset bezirgânlarına. Bütün bunlara itiraz eden ozanlar, bilim insanları çok dar bir çevrenin gözünde hak ettiği ulu olma özelliğini ancak üç beş asır geçince hak ediyorlar.

Mevzuyu biraz dağıttım galiba. Ama biz 7 Ulu Ozan’ı konuşmak için söze başlamamış mıydık? Şimdi başlayalım. Kimdir bu ozanlar; ne için, nasıl bir yaşam sürmüşler ve neler söylemişler?

Kim söz almak ister?

FacebookTwitter
FacebookTwitter