Birinci Tez: Alevi Conatusu
Conatus Latince de çaba, dürtü, her şeyin kendi mevcudiyetinde ısrar etme eğilimi gibi anlamlara gelmektedir. Spinoza Ethica kitabında bu kavramı şöyle tanımlamaktadır:
“Tek tek her şey varolduğu sürece kendi varlığını sürdürmeye çabalar”
“Herhangi bir şeyin varlığını sürdürmek için sarf ettiği çaba şeyin fiili özünden başka bir şey değildir.”[1]
Spinoza’ya göre var olan her şey (canlı- cansız) kendi varlığını sürdürmeye, var oluşunu savunma, varlıkta kalma çabası içindedir. Bu çaba dışsal bir nedene değil, doğanın (tanrının) özünden gelen içkin ve zorunlu bir eylemselliğe dayanmaktadır. Descartes’in tanımladığı gibi insan iki ayrı tözden; ruh ve bedenden oluşmamaktadır. Spinoza için, tek bir töz vardır: Bu da doğa (tanrıdır). İnsanın doğadan bağımsız, kendinde bir tözü yoktur. Zihin ve beden aynı tözün iki farklı doğasıdır.
Bu kısa bilgiden sonra Alevi Conatus’u ile neyi anlatmak istediğimi açıklayayım: Spinoza conatus kavramıyla varlıkların tek tek kendi varlıklarını sürdürme çabasını tanımlıyordu. Alevi Conatus’u ise, tek tek insanların kendi başına yaşantıladığı bir olgu değildir. Belli bir topluluğun, birlikte oluşturduğu, birlikte var olan ve yaşamlarını bu birlikten aldığı güçle sürdürme çabası/çabalarıdır. Bu kudret hem fiziksel, hem de tinsel varlığını sürdürmek anlamına gelir. Zaten fiziksel, tinsel olarak tanımladığımız aynı tözün (Aleviliğin) iki farklı doğasıdır. Dolayısıyla Alevilik yüzyıllardır, dış etkenlerin onun varlığını yok etme (asimile etme), eylemlerine rağmen, varlığını korumakta ve devam ettirmektedir. Alevi Tinselliği derken; inançsal, kültürel, ahlaki değerlerin bütününü, o toplumu o yapan, onu diğerlerinden farklı kılan şeylerin oluşturduğu ortak yapıyı tanımlıyorum. Alevi Tinselliğinin özünde, başlangıçtaki birlikteliğin sürdürülmesi ve bu birlikteliği var kılma çabası vardır. Başlangıçtaki birliktelik, belirli sabit bir nokta değildir, noktaların yan yana dizildiği ama düzeneğin kendisinin de noktaların oluşturduğu bütünün parçası olduğu bir yapıdır.
Öz derken de, varlığa aşkınsal olarak yüklenen bir şeyi değil, varlığa içkin olan, varoluş sürecinin tamamını anlatıyorum. Alevi toplumunun yüzyıllardır, fiziksel-düşünsel, olumlu-olumsuz birçok dış etkene maruz kalmış olmasına rağmen, günümüze kadar gelebilmesini, ayakta kalabilme çabasını anlamlı buluyorum. Tarihsel akışta benzer toplulukların baskılara dayanamayıp, silinip gittiklerini göz önünde bulundurursak, Alevi toplumunun varlığını sürdürme çabası üzerine daha çok fikir yürütmemiz gerekir. Alevi Conatusu kavramının (Spinoza’dan ödünç alarak, ya da çarpıtarak) bir toplumun temel yapı taşlarını anlamada ufuk açıcı olduğunu düşünüyorum. Peki, asırlardır süren, her türlü baskıya, şiddete rağmen varlığını korumayı ve devam ettirmeyi başarmış Alevi Tinselliği bunu nasıl başarabilmiştir?
İkinci tez: Yol, Alevi Tinselliği’nin temel yapı taşıdır.
Alevi Tinselliği’nin özü Yol’dur. Yol başlangıçtaki birlikteliğin sürmesini sağlayan, olmazsa olmaz koşuldur. Spinozacı terminoloji ile söylersek Yol: “O olmadan şeyin ne kavranabildiği, keza şey olmadan ne eksilen ne kavranabilen, her ne ise o şey”dir. Dilşa Deniz, Yol’u şöyle açıklamaktadır:
“Re/Ra/Yol kavramı daha çok toplumsal işleyişi, ahlak, adalet, ve sosyal dayanışma olarak içi içe geçmiş tüm sosyal içeriği kapsar.”[2]
Alevi toplumu için Yol; kişinin hayatı boyunca izlemesi gereken ahlaki, hukuki, inançsal rotayı oluşturmakla birlikte, o topluluğun aynı yolda, birlikte yürüme olanağını ve çabasını da oluşturmakta, ona zamana karşı direnebilme, yok olmama, varlığını sürdürebilme gücünü de vermektedir.
Alevilik Yol’u şöyle tanımlar: “Yol bir, sürek binbir”dir. Yol’un bir, süreğin (uygulamaların) binbir olması ne demektir? Bu deyiş Alevi Tinselliği’nin içinde farklı farklı tözlerin olduğu anlamına gelmemekte, tam tersine aynı özün birbirinden farklı yapılar içinde nasıl var olabildiğini, varlığını sürdürebildiğini anlatmaktadır. Bu olguyu daha iyi anlatabilmek için çatı metaforunu kullanacağım: Aynı çatının altında farklı coğrafyadan, etnik yapıdan, dilden gelen insanların yan yana odalarda yaşayabildiği, onca farklılığa rağmen evin birlik ve dirliğinin bozulmadığı bir yapıdır Alevilik. Bu yapının temel direği de Yol’dur. Ocak kültü içinde pir-mürşit ilişkisiyle Alevilik kendi yolunda yürümeyi başarabilmiştir. Peki, nasıl olmuş da bunca baskıya, yok etme çabasına rağmen “Yol’dan çıkmamış”, yolculuğunu sürdürebilmiştir? Yol’un bir ayağı saz, diğeri sözdür.
Üçüncü tez: Saz ve söz Aleviliğin Neşe’sidir.
Tekrar Spinoza’nın Ethica kitabına dönelim:
“Bedenimizin etkime gücünü artıran ya da azaltan, bu kudrete yardımcı olan ya da onu engelleyen herhangi bir şeyin fikri zihnimizin düşünme kudretini artırır ya da azaltır, ona destek olur ya da kısıtlar…” Ve Not kısmında şöyle devam eder: “Bundan sonraki ifadelerimde sevinç dediğimde, zihni daha yetkin hale geçiren edilgen durumuna işaret ediyor olacağım; keder dediğimde de zihnin yetkinliğini azaltan edilgin durumuna. Dahası aynı anda hem zihne hem de bedene atfedilen sevinç duygusuna neşe diyeceğim, keder duygusuna da acı”[3]
Spinoza için neşe aynı anda zihni ve bedeni yetkin kılan, etkime gücünü arttıran duygu durumudur. Kısaca neşe insana, varlığını sürdürmesini, güç ve kudretinin artmasını sağlayan, varlıkta kalma ısrarını arttıran, yok edilme çabasına karşı da direnç oluşturan temel dinamiktir. Saz ve söz, Alevi Tinselliği’nin bunca yıl sürebilmesi, toplumsal yapının varlığını koruyabilmesinin temel taşı, neşe kaynağıdır. Kuşaktan kuşağa aktarım ile değişen ve gelişen bu toplumsal neşenin oluşmasını ve sürmesini sağlayan şey: Saz ile sözdür. Alevi Tinseliği içinde saz ve sözü bu kadar yetkin kılan şey nedir? Aleviler için saz yalnızca bir müzik aleti değildir, kutsal bir varlıktır. Daha doğrusu saz, kutsallığı içinde barındıran, kutsalı görünür kılan, onun somutlaşmasını sağlayan şeydir. Alevilik sazı şöyle tanımlar:
“Telli Kur’an”
“Aşığın sözü Kur’an’ın özü”
“Ayn-i cem bülbülü”
Aynı şekilde saza eşlik eden söz de kutsalın sesinin duyulmasını, dilden dile aktarılmasını sağlamaktadır. Yüzlerce yıldır, zamana karşı direnç oluşturan, tarih dediğimiz akıntının içinde yok olmadan varlığını sürdüren, bir yapının temel taşıdır; saz ile söz. Alevi Tinselliği yazılı kültürden çok sözlü kültüre dayanmaktadır. Yazılı kültür statiktir; bir metnin tekrar yazılması, yazanın kendi yorumunu da katması, metnin yeniden üretiminde kısmi değişikliklere yol açsa da, temelde yapı aynı kalmaktadır. Sözlü kültürde değişkenlerin sayısı daha fazladır: o sözü aktaran ozanının kendi yorumunu eklemesi, bu sürece dinleyicilerin de dâhil olması, o sözün söylendiği mekân ve zamanının farklılığı ve akışkanlığı, sözün göze değil kulağa hitap etmesi… gibi. Alevi Tinselliği saz ve söz ile yeniden inşa edilen kolektif ve dinamik bir süreçtir. Kutsal olanın sözünün bitmediğini, değişerek, dönüşerek, gönülden ele, elden tele, telden dile ve dilden gönüle aktarılarak günümüze kadar geldiğini bize göstermektedir. Alevi türkülerini dinlerken hüzünlenir ya da coşarız; bu o an içinde yaşadığımız duygu durumunun dışavurumudur. Anlık yaşanan duygu yükselmesi-alçalmasının dışında türküler, insanoğlunun yüzyıllarca yaşadığı kâinatta kendini yalnız hissetmesi, yaşamın anlamı, ölüm ve sonrası… gibi birçok felsefi soruyu da dile getirip yüzleşmemizi sağlamaktadır. Saz ve söz, Alevilerin var kalma çabasını ve kudretini arttıran, yaşanmış onca baskıya, acıya rağmen yola devam etme gücünü veren temel neşe kaynağıdır.
Yazıyı bir soru ile bitirelim: Alevi Conatus’u bu çağda da varlığını koruyabilme, sürdürebilme çabasını devam ettirebilecek mi?
[1] Spinoza, Ethica, sy: 164, Çev. Çiğdem Dürüşken, Alfa Yayınları,2023
[2] Dilşa Deniz, Yol/ Re: Dersim İnanç Sembolizmi, İletişim yay, sy:54, 2018
[3] Ethica, sy: 163-164