Çağrı TOPSÖKEN, İSA ATAKLARI Ya da “ Çağrı’ya göre İncil ” – Kıvanç Nalça

FacebookTwitter

Çağrı Topsöken’in ikinci baskısı yayınlanan “İsa Atakları” isimli şiir kitabı on iki yoğun şiirden oluşuyor. Bu şiirler bana Caravaggio resimlerinin uyandırdığı duyguları anımsattı. “Vaftizci Yahya’nın Başının Vurulması” mesela… Hani Rönesans’ın o muhteşem tanrısal ölçülülüğünün ve dengesinin ardından teatral bir ışık altında adeta bir fotoğraf karesi gibi çarpıcı Caravaggio resimleri var ya, işte onlardan söz ediyorum…

Batı sanatı hemen hemen bir yüz yıldır kadim metinleri ve hikâyeleri merkezine almayı çoktan bıraktı. Bu durum tabii ki sosyal hayatın dinamikleriyle de doğrudan bağlantılı. Biz doğuda hala görkemli camiler inşa ederiz. Ancak batıda yeni bir katedral en son ne zaman inşa edilmiştir acaba?  Var olanlar da pazar ayinleri dışında konserler ve sergilerle toplumlara ulaşıyorlar son büyük savaşın ardından. Bununla birlikte biz doğuda kadim metinlerle ve hikâyelerle bağımızı modern zamanlarda bile hiç ama hiç kesmedik, kesemedik.  Kadim ve kutsal metinlerden referans alma hali, bizde hala yoğun bir şekilde devam ediyor ve uzun süre de edecek gibi görünüyor.

Belki de bu topraklarda şiir sadece ve fazlasıyla iki ana damarda ilerler ve kanar. Uyaktan, vezinden, kafiyeden, biçimsel değerlerden söz etmiyorum. Bunlar bazen bireysel, bazen gelenekseldir. Misal, belki herkes biraz annesinin söylendiği ya da dua ve beddua ettiği gibi yazar şiirini. Deyimler ve söyleyiş biçimleri de hep bu kişinin “ana dili” kaynağından beslenir. Kiminin şiiri pencereden bakıp da gördüklerini ana diliyle anlatır. Kiminin şiiriyse bir yere kapıları kırıp da giren bir davetsiz misafirdir.

Bu damarlardan biri, geçmişle, söylencelerle mitoloji ile ilişkili yeniden söylenen mektuplardır. Bir diğeri ise, gündelik hayatın içinde savrulan ve var olmaya çalışan insanın kişisel deneyimleri çerçevesinde kendine ait kurduğu özgün bir dili merkezine alan müstakil bir var olma biçimidir.

İşte Çağrı Topsöken’in şiirleri de bu ilk damara ait güçlü bir sese sahip.  Kitabı eline aldıktan sonra insan, başta söylediğim gibi Caravaggio resimleri karşısında buluveriyor kendini. Sanki ilk adımda Malta’da Saint Julians katedralindesiniz. Ama birkaç şiir sonra bir ezan sesi duyup, çan sesiyle irkilip, evliyalarla, peygamberlerle, havarilerle ve meleklerle karşılaşıp; kendinizi ağlama duvarının önünde ya da Kudüs’te bir başka yerde bulabilirsiniz.

Kadim metinlerle referanslı sanat eserleri ile ilişki içine girdiğimizde o kadim metinler, efsaneler ve hikâyeler hakkında ne kadar bilgi sahibiyseniz, o dünyayı o kadar algılarsınız. Tabii ki algılarımız ve duygularımız bildiklerimizle sınırlıdır ve birikimimiz şiirin büründüğü görsel tabloyu şekillendirir. Bu anlamda şiir, şairin imgelemi kadar tek ve mutlak, okurun imgelemi kadar da çok ve farklıdır.

Bence bu kitabın temel referansı en kadim metinlerden biri olan İncil’dir. İncil’in de farklı havarilerin dillerinden farklı versiyonları olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu, birliği tanımlayan çokluk, aynı zamanda modern anlatım biçimlerini temelden etkilemiş özgün bir dile getirme metodu.  Bütün referanslarıyla değerlendirdiğimizde kitabın adı, “Çağrı’ya göre İncil” de olabilirdi. En azından okuduktan sonra dimağımızda kalan tat ve tortu böyle adlandırılabilir. “ Çağrı’ya göre İncil …” Zaten son dizesi şöyle kitabın;

“ kurtar beni

farkı kalmayacak yazdıklarımın incilden”

 

Gelelim Beytü’l gazele…

“ bu çöl çarpık, develer ölü, peygamberler kaçak

sarıl bana

tanrı seni bir gün kıskanırsa koynumdan kaçıracak

yarattığına aşıktır tanrı

yaratırsa aşık olur insan”

FacebookTwitter
FacebookTwitter