Güncelliğini yitirmemiş bir soru; ‘Kimin kimsesisin, kimlerdensin?” Sizi tanımak için sorulmamıştır, babanız, büyükbabanızdır sorulan. Soruda kadın cinsiyetinin esamesi yoktur. ‘A, bildim Kel Ömer’in torunusun’ yanıtıyla, kendini tanıtma çabasına hızlıca girilir. Dedenizle askerliği nerde yaptıklarının bitmeyen hikâyesi başlar.
Bir de ‘kim’ olma hali vardır. Kim’ler ki, ötekileştirmek için geçmişten bugüne var olan sistemlerin bal tutanları, hırsız parmaklarını yalayan sırat köprüsü taşıyıcılarıdır. Benzin bidonu taşımayı ihmâl etmezler. Haydar Ergülen’in Sırat Şiirleri’nde, sırat köprüsünü kuruveren müneccimler kim’lerdir!; ““bütün müneccimler yalancıdır” // sureti haktan görünürler sıratı / halka iki gömlek biçildiğini duyarlar zahir, bayrama yetişenin düğmesi sedef / öteki, asılmışı örten patiska bez / iki gömlek iki ter iki kardeş / müneccimler tez görüp sıratı getirdiler / köprüler kuruldu bulundu ipler / daha bunca suçsuz sayılmaz kim’se / canını elmasla kestiği o efsanede” (1)
Kimsesi değil de ‘kim’se’ olmayı, kim’senin yanında olmayı seçmektir biraz da şiir olmak. “ölüm geldi gırtlağıma dizildi / asılmadım, şimdi canımı sıkıştıran ne?” (2)
Edebiyatın Sırat Köprüsü taşıyıcıları – bazen de şairler
Sırat köprüsünde ‘kimse’ olarak maraton koşusudur edebiyat dünyası: “kim acıta söz ile kalbi tamam olanı” (3) diyebilmek için. Kimse’ler, sırat köprüsü kurucuları ve nöbetçilerine karşın düşürdüğü, topladığı sözcüklerle ben-biz olur: “kimse olayım diye ışıltısız suya karışan / koşarken harflerini düşüren bir sözdür dünya.” (4)
Sırat köprüsünün maraton koşucusu Sabahattin Ali’yle 23 Eylül 1940’da Akşam gazetesinde şiire ilişkin yapılan bir görüşmedeki sorulardan biri: “Necip Fazıl Kısakürek, “Ben şiir ve sanatta henüz ‘gençler’ diye bir zümre tanımıyorum” diyor. Hâlbuki gençler de “Biz varız!” iddiasındadırlar. Hangisi doğru acaba?” Sabahattin Ali o çocuk gülümseyişiyle yanıtlar: “Necip Fazıl’ın iddiası doğrudur. Çünkü bunu iddia eden büyük şairin, değil herhangi bir zümrenin mevcudiyetini, kendinden başka herhangi bir şekilde mahlûkat, hatta nebatat ve camidatın mevcudiyetini bile kabul edeceğinden şüpheliyim.” (5) Öykü ve roman yazarlarında değil de en çok şairler arasında gözledim, kendinden başka kimseyi görmeme halini. İçki masasında onca kişiyi susturup kendinden dizelerle en şerefli, en iyi, tek şair, birbiri ardına içilen kadehler eşliğinde ama kesinlikle kadehlerin ‘şereften şerefe’sine anlatıp dururken, ayakkabınızın dibine kusuverirler. Ne kulak bırakırlar ne ayak. Kendilerini anlatmaktan gelen sarhoşlukla oturdukları yerde sızdıklarından, bazen de tuvalete gidiyorum diye kaçıverdiklerinde ne kulağınız ne ayakkabınız ne de cüzdanda paranız kalmıştır. Ertesi günü arar, ‘dün geceden bir şiir çıkardım, dinle’, okur da okur, mübarek yolunu aramayan nehir şiir. Eleştiri kabulü yasaktır, o yazdıysa dilden dile, nesilden nesile miras şiirdir.
Yok sayışı başa saralım lütfen – ziyaretçi kabul edilmez
Tomris Uyar’ın Sonuncu Belki adlı öyküsünde ‘dayanıksız’ genç, adsız kahramanı kadına şunları söyler: “Anlatın n’olur. Kadınların konuşmalarında bu özellik çok ilgimi çeker. O anlaşılmaz geçişler, bağlantısız sanılan, yaşamın özüne birdenbire inen saptamalar. Bence kadınları en ağır koşullarda bile dayanıklı kılan bu konuşma biçimidir, yere sağlam basan bu dildir.” (6) Etrafımızdaki genç, yaşlı, şair, yazar erkekler, eril zihniyetli kimi kadınların dayanıksız oldukları halde yok saymaları dilimiz yüzünden midir? Hazır değil midir kadın diline?
Tomris Uyar, genç erkeğe ‘anlatın n’olur’ dedirttirmişken, (kendisine teşekkür ederim, eril zihniyet bilincini allak bullak edecek çok şeyler söylettirmeliyiz) fırsat bu fırsat. Hastanede başlar yok sayış. Kız doğmak ilk ziyaretçisizliğinizdir. Kadınlar hastane odasında ‘erkek mi?’ diye sorar birbirine, ‘kız’ yanıtıyla burun kıvırıp yüzünüze bile bakmazlar. Evde başlar. Baba figürü kendine gelinceye kadar evi de ziyaret etmez. Anneniz ziyaretçisiz kaldığından ınga-ciyak ağlamadıktan sonra yatağınızın başucunu ziyaret etmez. Yürümeyi kendiniz öğrenirsiniz, düştünüz mü, ‘uf olmuş öpeyim’ diyeniniz yoktur. Yoksunuzdur ki! Okulda kapıcı çocuğu Aysel’le, işçi çocuğu Hacer eşitsinizdir. Bu eşitlikle doktor, mühendis, avukat çocukları sınıf arkadaşlarınızın ve hocanızın sizi yok saymasıdır. Ziyaretçisiz yaşamınızda gökyüzüne bakmayı dualar ezberleterek öğretirler, ziyaret etmeyi uygun bulmayanlar. Şiddet görürken, aşağılanırken, özenirken, açken, üşürken, korkarken, umutsuzken gökyüzündeki de ne ziyaretinize gelir, ne ziyaret kabul eder. Ölmek, Sırat Köprüsünden geçmek gerekirmiş göktekini ziyaret için.
Ziyaretçisiz dünyada, oyuncaklarımız ve umudumuzla ziyaretçi olabilmek için çok öldük, çok da öldürüldük. Alnıma ‘ziyaretçi kabul edilmez’ levhasını asmadan Lokman Kurucu’dan gökyüzündekine ve sırat köprüsü taşıyıcılarına bir şiir. “bu köpekleri üç ayaklı bıraktılar / uzun uzun uzadı yollar / utandık iki ayaklı olmaktan / anlattılar tek fişekle anladık / aldatılmış beynimizdeki fare / kediler dokuz canlı değil / göğe baktırdılar her durakta gördük / minareler sana doğru, saraylar sana / güvercinler özgür değil / bu çocukları sırtlarından vurdular / anladık, sen büyüksün / kendine yardım et tanrım.” (7)
Mekânda yok sayış
Tomris Uyar galeyanı ile yedi yaşımın ziplenmiş, yedeklenmiş halinden edebiyat dünyasındaki yok sayış yıllarına geçiş yapalım. Olasılıklar zinciriyle başlayalım. Sağlık sorunları nedeniyle artık içki içemeyecek ya da içki içtiğiniz arkadaşların da sağlık sorunları ya da kimilerinin ölmüş olma ihtimali, genç okurların çalışma yaşamına girmesi, ya da mekâna alışkınlık nedeniyle uğrama ama artık paran olmadığı için içki masası günlerini anılarda bırakma kurgusunda, Galatasaray’daki Cumhuriyet Meyhanesi’nin mermer masalarında Cardonlar adlı öykülerini yazan Cahit Burak’ın öyküsünden bir bölüm: “Eşşek herif demek geçti içimden. Zaman oldu buraya elli altmış kişi geldiği oldu benim yüzümden, ne çabuk unuttun! İnsan değilsin sen dedim suratına karşı bağıra bağıra, Allah belanı versin, adımımı atmam artık.” (8) Burak’ın öykü kahramanı meyhanede kitap okuyarak müşteri kaçırıyordur garsona göre. Geçmiş zamanın yazar-okur kahvehane, pastane, meyhane buluşmalarını çoğumuz biliriz. O şair, o yazar oradadır diye peşine düşülen. Baylan, Lebon, Markiz, Cemal Süreya ve Hatay Meyhanesi gibi.
Bazen de zorunlu bir yok sayış yaşanır. Ankara’da Kürdün Meyhanesi’nde, Orhan Veli, Cahit Sıtkı, İlhan Tarus, Şahap Sıtkı, Fethi Giray, Mehmed Kemal ve Salim Şengil sosyal güvenlik konusunda tartışmaktadırlar, sesleri iyice yükseldiğinde meyhane sahibi Kürt Mehmet onlara kapının yolunu nazik bir dille gösterir, yok olun der: “Orhan Veli Bey, Cahit Bey, biraz dolaşın, bütün masaları polisler tuttu. Yer yokluğundan gidiyor müşteriler.” (9) Polislerin var saydığı ve bu nedenle onları izlediği faşizanlık, onları yok edip, hapishanelere tıkıp susturmaktır. Grup oradan çıkıp bir üst sokaktaki Şükran Lokantası’na girerler. Hararetle konuşmayı sürdürürlerken polislere aklı takılan Şengil, tül perdenin arkasından baktığını, onları bulmaya çalışan polislerin çizme seslerinin Posta Caddesi’nde yankılandığını aktarır.
Emekte yok sayış
Tarık Dursun’un Ağaçlar Gibi Ayakta romanının kahramanı tiyatroya ömrünü vermiştir, artık onca ricaya karşın repliği olmayan bir rol bile verilmemektedir. Tiyatro müdürleri sanattan, emekten anlamayan kişilerdir artık. Bir afiş çok şey anlatır. “O günlerden kalma küçük bir afişet yaptırılmıştı. İri harfler. Siyah. William Shakespeare. Hamlet. Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nda İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları. Çeviren. Sahneye koyan. Onun adı yok. Yazmazlardı. Yazanın adı var, onun adı yok. Oysa o Hamlet’ti.” (10)
Televizyon kanallarını dolaştığınızda dört beş erkek bohça gibi yayılarak oturmuş, toplumun sorunlarını yok sayan (sizin sorunlarınızı konuşuyoruzu dayatan) konularda saatlerce konuşurlar ve kolaylaştırıcılık yapan kadın eline verilmiş soruları (kanal politikasının-erilin hazırladığı) erkekleri susturabilirse sorar. Edebiyat dünyası aynı durumda. Etkinlik afişinde beş erkeğin arasında bir kadına rastlarken şimdilerde o bile yok. 50, 60, 70, 80, 90 arttır arttırabildiğin kadar, hep erkekler dönemlerin şairi. Erkekler hallerinden memnun, memnunmuş gibi olmayanlar sanal ortamda şu şair kadın da vardı, bu da vardı (yine onların kararı) listeleri yaparken iyice çuvallıyorlar. Unuttukları şairleri de takipçileri ekliyor. ‘Ama ben de varım’ dememek için yutkunup kalırsınız. Yayınevi, dergilerin de yazar (eril) kadrosu var. Kadronun aralarına aldığı (çıkar, popülerlik, yayınevi politikasına uygunluk) duruşu olmayan, her duruma yaranan bir şeyler yazacak, yabancı dil, özellikle İngilizce bilen (festival kurtarıcıları) hele akademisyen olursa çok âlâ birileri. Füruzan’ın ilkokul mezunu, Orhan Kemal’in ortaokul terk olduğunu anımsıyorlar mı?
Edebiyat etkinliklerinde sunum yapan çoğunluk kadınlar. Ne giyeceği, ne konuşacağına erkekler karar veriyor. ‘Konuya ilişkin şiir okuyayım ya da şunları söyleyeyim’ dediğinizde hiç gerek yok program uzar diyerek size erkekleri takdim etmekten, Çerkes gelini gibi ayakta durup sevimlice gülümsemekten, plaket verecek resmiden gayri resmiyeleri sahneye davet etmekten, erkek erkeğe poz verişlerini izlemekten başka bir rol kalmaz. Ender de olsa programda bir kadın varsa, göbekli, yayılan, gerinen erkeklerin omuz darbeleriyle arka sırada ‘saç’ olarak poz verirsiniz. O da aradan dereden ‘burdayım’ demek için erkekleri iteklerseniz. Bir bakmışsınız fotoğrafta kadının yüzü yok, saçının tepesinden bir tutam görüntü.
Sanal ortamda arkadaşlık teklif eden (şiire hizmet ettiğini sanan-şiir sayfası kuran) çoğunluk okurun hesaplarında artık aramızda olmayan şairlerin (erkek) fotoğraf ve dizeleri. Günümüze gelemedikleri gibi, illa ki bu şairler var, şair erkektir dayatması. Yayınevi, dergilerin de yazar (eril) kadrosu var. Kadronun aralarına aldığı (çıkar, popülerlik, yayınevi politikasına uygunluk) duruşu olmayan, her duruma yaranan bir şeyler yazacak, yabancı dil, özellikle İngilizce bilen (festival kurtarıcıları) hele akademisyen olursa çok âlâ birileri. Füruzan’ın ilkokul mezunu, Orhan Kemal’in ortaokul terk olduğunu anımsıyorlar mı?
Fotoğrafta yok sayışın erkekçe – kadınca halleri
Bazı etkinlik mekânları içkili, hatta yemeklidir. Kitap tanıtımı, imza yapılırken okur, şair, yazar arkadaşlarınız çakır keyif olmaya başladığında siz de son imzanızı atıp aralarına katılırsınız. Rakınızdan ilk yudumu içip sessize aldığınız telefonunuza göz atarken Facebook’ta bir fotoğraf düşüverir önünüze. Erkeklerden biri (etkinliklerde en çok erkekler, yazar kadınlar evde yemek, bulaşıktan kurtulamadı) sizin gözleriniz kapalı, sarhoşluk ötesine geçmiş görünümlü, bir dakika önceki halinizi paylaşmış. Etkinliğe ilişkin tek bir kare yok, sanki oraya içmeye gitmişsiniz. ‘Yatalım’ teklifini (sevgili olalım teklifi yürürlükten kaldırıldı, direkt yatak, sonra selam sabah bitti) kabul etmemişsinizdir. Ya benimsin ya Facebook’a böyle düşersinin edebi halleri. Edebiyata, yaşama ilişkin konuşmak içindir içki masaları. Etkinlikten sonra niye takılıyorsun öyleyse, soruları sıkıcı. Bizi azalta azalta eve kaçırmalarına izin vermemek adına. Öğrenecekler.
Bu konuda kadınlar daha yaratıcı. Toplu fotoğraflarda sağıma soluma ilişip poz veren bir şair kadın var. Yaratıcılıkta sınırsız. Bu sınırsızlık öyle sinirlendirmişti ki, şiir yazdırmıştı. Kitabım yayımlandığında imzalatmış, sanırım okumamış ki hiçbir düzelme olmadı. Bir etkinlik afişi mi paylaştım, pat karşıma çıkıverir. Yine böyle bir afiş paylaşmıştım, Mustafa Öneş’i sunacaktım. İki ay öyle çok çalıştım ki. Programı ezbere okuduğum şiirler, Öneş’e ilişkin bilgiler, hiçbir kâğıda bakmadan keyiflice sundum. Konuşmacılardan biri Öneş’i kıracak bir yorum yapmıştı onu da yıllar önce Cumhuriyet Gazetesi’nde Öneş’le yapılan bir söyleşideki yanıtıyla tatlıca susturuverdim. Öneş’i konuşması ve verilecek plaketi için davet ettiğimde gözlerinin sevinçten parladığını gördüm. Sunumdan memnundu. ‘Beni edebi sözcüklerle birine karşı koruduğun için çok teşekkür ederim’ dedi. Mutluluğum kısa sürdü. Eve dönüş yolunda sinirden şiir yazdıran şaircikin sayfasında etkinliğe ilişkin bir ben yoktum. Saçımın ucu, mikrofon uzatırken kolumun yarısı, plaket verirken parmaklarım görünseydi razıydım. Yok sayıyor, yok sayın diyordu.
Barış şiirleri okuyacağımız bir etkinliği sunuyordum, (bıktık sunuculuktan) barışa ilişkin roman-öykü-şiirlerden alıntılarla hazırladığım kurguda davet ettiğim şairlerin şiirlerinden alıntı yaparak sahneye çağırıyordum. Aralarında yaşça büyük şairi görenler sevinmişlerdi, (şairin yaşı olmaz konuyu anlatabilmek açısından) program bitişi toplu bir fotoğraf, ardından yaşı büyük şairi ortaya alarak bir fotoğraf daha çekildi. İçim rahattı, fotoğrafları Kadir İncesu çekiyordu. Ertesi günü etkinlik fotoğraflarını paylaştım. Akşamüzeri başka bir şaircik kadın, etkinlik fotoğrafları olarak kendi şiir söylerkenki halini ve yaşı büyük şairle toplu çektirdiğimiz fotoğrafı koymuş ama fotoğrafta onca kişiden dört kişi kalmış. Neyse ki yaşı büyük şairin omzundaki parmaklarım görünüyordu. O gece evi tur ettim, telefonu elime alıp alıp bıraktım. Boş ver dedim. Ya biraz daha üzerse dedim. Üzüleyim dedim. Fotoğrafın orijinalini kendisine Messenger’dan gönderip ‘hayrola bizi uçurmuşsun’ diye yazdım. Gelen yanıt; ‘bizim yaş ortalamamızdan daha büyüktü diğerleri, biz bir dönemi temsil ediyoruz’ yazdı. Peki, ortadaki hanım sizin dönemden mi oluyor şimdi diye yazınca yanıt gelmedi.
Beni-birilerini Kartallı, Kadıköylü, İstanbullu ne de Düzceli şair olarak kabul etmiyorlar. Bir de böyle bir bölünmüşlük. ‘Hiçbir yerli’ olmaya karar verdim. Kimileri diyor ki biz senden sekiz yaş büyüğüz, kimileri sekiz yaş küçük. Kim’seyim biline. Eril zihniyetli bu kadınları kadın hakları konusunda birçok eylemde görebilirsiniz. Büyük laflar da ederler uzatılan mikrofona.
Dünün yasallaşmış ırkçılığıyla, bugünün “insan hakları” arasındaki gizlenen emrivakilik, mantıklı gibi görünen bir istekle öne çıkar; “öteki” kendini değiştirip bize (eril, eril zihniyetli kadın) uyum sağlarsa, sorun biter. Faşizmin gaz odalarında dumanlar yükselirken Bergson ‘uyum’ diyordu. Uyum sağlamamayı tercih edenlerdenim. Sırat Köprüsü taşıyıcılarına Füruğ söylesin son sözü; ‘kuş ölür sen uçuşu hatırla.’ Uçmaya devam.
——
(1) Haydar Ergülen, Sırat Şiirleri, Remzi Kitabevi, İst. 1991, İki Gömlek başlıklı şiirden, s, 9
(2) Haydar Ergülen, A. g, e, s, 9
(3) Haydar Ergülen, A. g, e, Kimse Gibi Gam Yüküne Karıştım, s, 25
(4) Haydar Ergülen, A. g, e, s, ydar Ergülen, A. g, e, Kış Dersleri başlıklı şiirden, s, 30
(5) Sabahattin Ali, Markopaşa Yazıları ve Ötekiler, Hazırlayan: Hikmet Altınkaynak, YKY, İst. 2019, s, 55, 56
(6) Tomris Uyar, Gece Gezen Kızlar, Ada Yay. İst. 1983, s, 12
(7) Lokman Kurucu, Ne Güzel Suçtur Öfke, Klaros Yay. İst.2020, s, Kendine Yardım Et Tanrım başlıklı şiirden, s, 77
(8) Vivet Kanetti, Kız Ayakları, Everest Yay. İst. 2010, s, 212
(9) Salim Şengil, Anılarda Kalan Portreler, h2o Kitap, İst, 2021, s, 37
(10) Tarık Dursun K, Aağaçlar Gibi Ayakta, Bilgi Yay., İst. 1990, s, 173