senden önce beyaz bir ırmaktım ben
beyaz zambaklardan ve
yeşil otlardan olma
yukarıya doğru kıvrılan bu döngü hep böyle dönmekte
ve koyu kahverengiler çoğalmakta
yüzümde
gitmeyi bir türlü beceremeyen kalbimle inanmıştım ilk sevene
aldanmak
koyu bir cümleyle
yatıp kalkarken
inadına daha bir laciverttim ben
narı bin yapan neydi o zaman
neydi ormanı büyüten koynumda
-sadakat mi –
-ihanet mi –
-anladım- “hiçbiri aslında ”
ve içimde utancını gezdirdiğim her kare
boğazımdan geçmeyen suya
mevsimlik
tekme atıyordu her seferinde
orası dediğim yer o uzaklığın arkasına savrulan taş yığınları
ve kireç kalıntıları idi belki de
şelalenin iç yüzü bu sevgilim
bir kulaç bir avuç etmiyor insanda
çok iyi anladık biz barbarlar
bunu,
aldanınca
hadi karıştır sapı samanla
hadi karışsın
yağmur ormana
biz… düz gidelim
dümdüz
zamanım gelince, azrail gelip bulsun
beni istiyorum
mesala; “sobe” desin
ve İstanbul el sallasın bize icabında
bu kış , nar çiçeği ve deve dikeni
toplayalım biraz
kar çiçekleri de güzeldir aslında
bende biraz körlük var sevgilim
sende de ibnelik mevcut
bizzat öğrendim
hadi… düz gidelim.
dümdüz