Büyük bir sessizlikle örtüyorum üzerimi
duyulmuyor zamanın çanları
ne Mirabella’dan bir üvertür
Macaristan gazinosunda
ne söyleyemediğim gerçekler
ne de belimde bir nagant tabanca
bir göl gibi üzeri sonbahar yapraklarıyla kaplanmış
ne de bir kuğu zarifliğiyle geçmişte kalan günler
ne benzediğim biri var yeryüzünde
ne de gecenin koynunda resmim
ne elimde açmış heybetli bir çiçek
ne de bir yolcu treninde üçüncü sınıf kompartıman
ne girebiliyorum içeri ne de geriye dönebilmeyi
ne de içimde tutabiliyorum bir patlamayı
ne uyuyabiliyorum gökyüzü karardı mı
ne de güneşten zerre bir kırıntı
ne bekleyebiliyorum gecenin dördünde ölümü
ne de bana bakıyor gözleri habis bir köprü
ne Hindistan’da bir nehir ismiyim Ganj
ne de yıkanabiliyorum durgun sularda
ne insan olmak yetiyor
ne de niyetim var tanrı olmaya
ne düpedüz erkeğim ne de rengarenk bir lubunya
ne kağıttan gemilerim var
ne de tersaneden yeni çıkmış bir jilet usturama
ne intihar etmek istiyorum ne de elimden geliyor yaşamak
bileklerimi kesmek bana göre değil ve de kendini asmak
ya da ne bileyim bir kurşunla beynimi dağıtmak
tekrarlardan sıkılıyorum elimde değil yeni şeyler anlatmak
tekrar: şiir yazdıktan sonra bir sigara yakmak
Ve açılıyor üstü ölümün gürültü
ve üstünü çiziyorum varlığın
sadece akışa katılmadığı için
kendini balkondan atan
mavi gözlü kadının
tam orta yerde duruyor acısı
ve ben kendime tahammül edebiliyorum
edebiliyorum akışa katılıp varoluşa sirayet
paramparça bir aynayı bavuluma koyup da
Lizbon’a giden bir trende son hız ilerlerken
saçları saman sarısı pencereden fırlattığım
üzgünüm elimden gelmeyen şeyler için
kendimi öldüremem ölüm benim içim
esmer bir sevdaydı sevdiğimin kara gözleri
sıvazlarken ben kır dürmüş sakalımı
kendime usulca fısıldadım: ben ölemem
dedim ya, ölüm benim içim
ölmek masumiyettir oysa ben bir hiçim
Reddediyorum! Ölüm bir pelerin olabilir
sokakta avare gezmenin tadını bilmeyenler için
belki bir itiraf, toprağa vicdan rahatlığıyla gitmek için