yaralı iki hücrenin çarpışmasıyla çoğaldım
çoğaldığım yerde çarpıldım yeniden
sarmal bir formda büyüdüğüm yapraklarda
acı bir süttüm incir içine çekilen
baktığım dünyanın masalsı suretinde
bulutların kızıl dağları emzirdiği tavus kuşu mükemmelliği
her şeyin içi pürüzsüz dışı yivli
nereye gitsem aynı orantıya bağlı
büyüyen ama değişmeyen kabuğum
mıhlı duvarlarla örülmüş helezonik odalarım
her defasında şeffaf bir tabaka ile örterek kapattığım kapılar;
içi doğuştan ilmin ağını ören örümceklerle dolu
gözümü açtığım yerde
bir evren dolusu ışıltı vuruyor tenime
peki kamaşan bunca şeyde gözümü acıtan ne
müfredata dahil olduğum yerden baktığım aklın ışığı
helal bir susuşla ısırılan çocukluğuma
uysal bir dokunuşla kusuru konduran karanlığın kokusu
sonra ben kutsal ve çamurlu
sonra ben bulanık ve avuntu
büyük kovuluştan beri çözemediğim mesele
bana bir düzen içinde biçim veren tanrının
beni bir biçem içinde iten tanrıya bakışıyla orantılı
ki ben bu dünyada
hep bir öncekine eklenerek büyüdüğüm sokaklarda inandığım
küçük ve dar görünümlü lirik ayrılıklara
bir rakamdan türeyen kusursuz varlığımla eğildim
büyük bir soru kapsülüydü beynimde gezinen
antik çağdan beri kimdir bizi bir doğru üzerinde parçalara bölen
her köşe başında toplumsal bir kabuk için sorgulayan
taştan yapılmış bebeklerin
taştan yapılmış ekmekleri yuttuğu pürüzsüz dünyada
gözünü çevir ve gezdir
estetik ahengin en masum yapı taşı nedir
belki bir histir kutsallığı andıran kusursuzluğun dölü
ya da kutsaldır kusursuzluğu andıran hissin dölü
düşündüm de ağladığım her şey gömülü
ey sarhoş etmeye meyilli kabahat
kim kiminle sevişmiş de doğmuş bu kainat…