Kendi söylediği yalana inanan ve inandıran , gelmiş geçmiş en cesur sinefillerden biri olarak akıllara kazınan Hüsein Sabzian’ın çaresiz ve çocuksu hikayesinin anlatıldığı Close-Up (Nema-ye Nazdik) filminin ortaya çıkış hikayesi ne entelektüel sofralarda konuşulan fikirlere ne de yağmurlu bir gece vakti ceplerin elde olduğu bunalım finallerine dayanır. Onun hikayesi, 1990 yılında İran’ın en naif yönetmeni Abbas Kiyarüstemi’nin “Sahte Makhmalbaf tutuklandı.” başlıklı bir gazete haberini okuması ile başlar ve Sabzian kendi hikayesini kendisi olarak canlandırdığı Close Up filminde seyirciyi yalanının ortaya çıkışına üzecek bir yetenekle tanıştırır.
Hüsein Sabzian tesadüfen tanıştığı bir aileyi, hayranı olduğu ünlü yönetmen Mohsen Makhmalbaf olduğuna inandırır. Bir süre yeni filminin hazırlıklarını yapan yönetmenmiş gibi aile ile film çekimi ve oyunculuk üzerine bir iletişim içinde bulunan Sabzian foyasının meydana çıkması ile tutuklanır. Bu haberi gazetelerden gören yönetmen de bu romantik loser sinefilin hikayesinin filmini çekmeye karar verir. Filmde tamamen gerçek olan ve close-up tekniği kullanılarak çekilen mahkeme sahnesinde sanata ve sinemaya olan tutkusunu öyle doğal ve etkileyici dile getirir ki Sabzian, ahlak normlarınızı kenara bıraktırıp yargılarınıza pabucunu ters giydirir. Suçu anlamaya çalışırken kendinizi unutur ve ne ara olduğunu anlayamadığınız biçimde Sabzian-cı oluverirsiniz.
“Ne olmuş yani yönetmen rolü yaptıysa?”, hatta
“O gerçeğinden daha fazla ‘Makhmalbaf’ olmayı hak ediyor.” aymazlıklarına bürünüşünüz ile sizi baş başa bırakır ve karşınıza geçip el sallar Abbas Bey filminde sanki.
Close-Up’ı izlerken bu türden yaşayacağınız bütün kafa karışıklıklarınızla barışın. Çünkü bir diğer açıdan bakarsak Kiyarüstemi’nin bu hikayeyi çekerken kullandığı dil , gerçekle kurguyu ayırt edememek hatta hiç de ayırt etmek istememesi üzerine kurulu. Yani her sahnesi gerçek bir kurgu ve bu o kadar başarılı bir inandırıcılık sunuyor ki olaylar o an gerçekte yaşansaydı hayatın akışında böyle başarılı oynanamazdı düşüncesi ile beraber kafanızda dans eden diğer sorulardan bazıları ihtimalen:
“Kim oyuncu?”, “Oyuncu var mı?” “O, durumdan haberdar peki ya diğeri haberdar mı?”, “Bunlar teknik aksaklıklar mı yoksa kurmaca mı?
olacak.
Empati Cumhuriyeti’nin reisi Dostoyevski’den beri bizim için kahramanla yer değiştirmeyi mümkün kılan ve dünyada çeşitli zamanlarda dolaşan bu yetenekten fazlasıyla payını almış yönetmen Abbas Kiyarüstemi’nin filmi çektiğine dair gözümüze soktuğu sahneler bile bizi gerçeğin çemberinden çıkartmıyor ve o kendini gizlemeye lüzum bile duymayacak kadar da sakin…
Andaki duygularınız mı? Muhtemelen dalgalı ve düşünceli olacak. Ne olurdu bu ailenin Makhmalbaf’ı Hüsein Sabzian olsaydı! Şehrin o bölgesinde yaşayan ve sadece bir ailenin tanıdığı alternatif bir Makhmalbaf… Belki bir deney yapılabilir ve ‘bir kişi nasıl daha başarılı haliyle çoğaltılabilir?’ denirdi buna. İşte böyle böyle ‘bu yalan onun için bir hayat olsaydı’ rüyasından sizi uyandıran her şeyin bitiş noktası Sabzian’ın gerçek Makhmalbaf’la karşılaşma sahnesidir.
Filmin en ikonik sahnelerinden biri olan final sahnesinde gerçek Makhmalbaf, Sabzian’ı tahliye olduğu gün cezaevinden almaya gider ve motoru ile kandırdığı aileden özür dilemeye götürür. Üçüncü yolcu olan pembe krizantemlerle birlikte tabii… Motosiklet, sahte ve orijinal Makhmalbaf ve pembe krizantemler analog caddelerde kendi müzikleriyle ilerler.
Artık olmak istediği kişi taşır onu. Ne fark vardır şimdi aralarında bir saksı çiçek ve isimlerinden başka? Onlar zamanın tekrarında dönerek ilerlerken bize de Kiyarüstemi gözlükleriyle o kırık camın arkasından bu sahneyi yaşamak düşer.