TARİHİN KUM SAATİ’NDEN GELEN SESLER! / AHMET GÜNBAŞ

FacebookTwitter

Kum saatinin gongu, zili, zembereği, akrebi yelkovanı, mekanik bir ritmi, şusu busu yoktur. Usulca akar oluğundan ve ince ince eler zamanı. Tıpkı bir tohumun olgunlaşma süreci gibidir. Kumun tamamı süzüldüğünde hem elde kalanı hem de boşluğu okumak zorunda kalırsınız. Sanırım şairlik de bir parça kum saatinin sessizliğini andırır. Aldığınız mesafeyi, vardığınız noktayı duyumsamak için kendinizi gözden geçirmeye başlarsınız.

Mehmet Barış’ın son şiir kitabı Tarihin Kum Saati’de de* böyle bir özellik gizli. Elde kalanların toplamına bakılırsa, her türlü kötülüğe karşı boyun eğmeyen bir kişiliğin gül kokulu direnciyle karşı karşıya kalırız. O kişi ki umuda iyimserliğe asla toz kondurmaz, tarihin sınıflar savaşından ibaret olduğundan hareketle sözünü sakınmaz, en güç koşullarda gelecek özlemini diri tutar. Bu özellik, hemen hemen şiirlerinin omurgasını oluşturur Barış’ın. Örneğin, 2020’de yayımlanan Sınıfın Camından adlı yapıtı genelinde söylediklerim, aynı zamanda taşkın bir ruh halini yansıtır:

“Şiirlerin genelinde göze çarpan temel özellik ‘emek’ ekseninde geliştirilen duyarlıklardır. Kırsalda ya da kentte olsun; üretken emekle şekillenen imece ruhu, hayranlık ve coşkuyla dolu bir akışkanlık katar şiire.”**

Dahası Barış’ın şiirlerde şiir, geleceğin aynası/anahtarı gibidir. Böylesi bir yönelimde öncelikle sözün, dolayısıyla şiirin özgül ağırlığını tartmak, kristalize bir birikimi de beraberinde getirir. Sözden söze sıçrarken neredeyse yaşamı yeniden üretmenin sesini de duyumsamış oluruz:

“En doğurgan sözcükler sizindir

ekin, biçin, çoğaltan

Öpün onları ağzından

ipekten iplere dizin” (s:14)

Ve sözün gücüne inanan biri için şiir, olağanüstü dolaşım gücüne sahiptir. Durgun ortamlarda düş ortaklığına soyunur, yarenlik eder. Kanat taktığı da olur bazen. Kılıktan kılığa girdiği bilinir. Şaire göre Karadeniz’de taka, Ege’de yelkenlidir. İnancı, kararlılığı üst düzeydedir daima. Cesaretine, özgüvenine zerre halel getirmez. Adı Davet olan bir şiire şu iki dizeyle başlanıyorsa, biliniz ki orada bir eylemsellik söz konusudur. Şair, gerektiğinde kendine davetiye çıkararak sözü dirimli kılar:

“Sözünü söyle şair

yüreği pırpırlarsın şiirin” (s:18)

Kuşkusuz aşktır şiiri şarj eden. Aşk ki can suyu misali tüm insan hâllerine yansır. Her gün yeniden var olmanın gizidir belki. Sadece insanı değil, dışımızdaki dünyanın sonsuz uyumunda da adını geçirebiliriz onun. Yoksa “Biz aşktan Sınıfta kaldık” (s:19) saptamasıyla  insanı doğayla sarmaştıran “Sesin buğday ve gül mevsimiydi, / Soluğun yaz /Kırlangıçlar hiç gitmedi /leylekler hep bizdeydi // Bire yüz verdi başak” (s:26) dizelerini kıyaslama olanağı bulamazdık.

Yaşam gerçekliğiyle örtüşen duraksamalara karşın süreğen bir umut ikliminden söz edebiliriz. Şairin “Umut ivecendir” dediği doğrultuda şiire öncü bir görev yükler işlevsel açıdan. Kanayan her yaraya yetişir ivecenliği. Ondaki kıpırtıyı görmek için nesneler dünyasındaki kaynaşmayı dikkatle izlemek gerekir. Şiiri insan sıcaklığıyla bir tutan kaynaşmanın güzelliğidir yüzümüze çarpan:

“Suyu koklar, gül çarpar yüzüne

Soyunur imgesinden

anadan doğma gelir

Çünkü bilir, çıplak şiirler

tarihin büyük dönemeçlerinde söylenir” (s:34)

Şiirin ne olup olmadığı öteden beri tartışma konusudur. Onca anlam yüküne karşın bir türlü yerine oturmamıştır tanımı. Hatta sık sık şiirin ne işe yaradığı bilinen sorular arasındadır. Onu “Karagün Dostu” olarak niteleyen Hasan Hüseyin’in, biliyorum / matarada su / torbada ekmek / ve kemerde kurşun değil şiir /ama yine de / matarasında suyu / torbasında ekmeği / ve kemerinde kurşunu kalmamışları / ayakta tutabilir” dizelerini irdelersek, şiirin, bireyi dengede tutan bir unsur olduğunda birleşiriz. Kısaca bizden biridir. Yemez yedirir, içmez içirir, bizimle ağlar bizimle güler. “Bizden biri”nin karşılığı içsesimizle örtüşen vicdani bir yaratıktır büyük olasılıkla. Düşeni yerden kaldıracak kadar yakındır bize. Yedirip içirmekle kalmaz, yepyeni başlangıçlar için moral takviyesi sağlar. En önemlisi, bireyselleşmeye varan yolda döşediği taşlarla kendinden söz ettirir. Örneğin, başımız sıkıştığında şu dizelerle her türlü yorgunluğu üzerimizden atabiliriz. Yeter ki şiire tutunmayı sürdürelim:

“Ekmeğine şiir sürsün günbatımları

isyanın şarabından içirsin

Umudun mayısta nar ağacı

eylülde incir olsun” (s:43)

Giderek başlardaki Davet şiirini, kendi içinde kapıları yoklayan yeni bir kimliğe dönüştürür şiir dediğin “Aç kapını” diye seslendiğinde:

“Kovanlardan bal sızıyor

bire yüz veriyor başak

Aç kapını diyorum, aç!” (s:51)

Barış’ın, inadına yaşamayı üsteleyen barışçıl ve aydınlık şiirinin farkına vardıkça, onu ‘şiirin iyi niyet elçisi’ gibi görmeye başladım. Onca kötülük karşısında asla eğilip bükülmeden insanlık için iyi şeyler düşünmeyi sürdüren böyle bir yaklaşımı selamlamak yerinde bir davranış olsa gerek. Sorunu biraz daha basite indirgersek, güler yüzlü şiirlerin sahibini bir ‘niyetçi’ olarak da yorumlayabiliriz. Aynı eksendeki Fal şiirini okuyunca, iyi niyet elçisinin uzun bir yolculuktan yana olduğunu anlarsınız:

“Elimi istiyor çingene kızı

Üç vakte kadar, diyor

uzun bir yolculuğa çıkacaksın

Bindiğin trenin ateşçisi olacaksın” (s:48)

O zaten böyle bir yürüyüşü her adımda duyumsatır. Bir Uzun Yol, Yürüyüş Türküsü gibi ufuk açıcı şiirlerinde “Emeğin anayurduna sürdük atımızı” (s:26) diyerek, “Zeytini ve buğdayı örgütledik” (s:47) ütopyasıyla devam eder yoluna. Gözü kulağı Gelecek Zaman’dadır. Serüvencimiz, bir matematik öğretmeni ağırlığıyla “Bütün yanlışları götürecek / bizim doğrumuz” (s: 46) diyorsa kurtuluşun formülü hazırdır artık. Buna, benzer hesap kitap dahilinde, “Yine emeğimize uzandı elin / bilmez misin ey buyurgan / kopma ânı vardır gerilen telin” (s:31) şeklindeki tarihsel Uyarı’yı da eklersek uyanışı da işaret etmiş oluruz kendiliğinden.

Bana öyle geliyor ki, yeryüzü cennetine kavuşma yarışında içsel yolculukların da payı vardır kuşkusuz. Geriye baktıkça emektar trenlerle ıssız istasyonların dilini konuşan bir şairin, “Altıyı ekspres geçiyor / yediye marşandiz var / ray döşeyen emekçiler / birazdan işe başlar / kaldırın beni” (s:21) çırpınışıyla ölü toprağını üzerinden atmaya çalışması ‘yarın’ kaygısını açıkça ortaya koyar.

Özetle Tarihin Kum Saati’nde akan kumun sesini duymasak da o akışın uzantısındaki  çarklarının dönmesinden haz alan yaklaşımıyla alkışlayabiliriz Mehmet Barış’ın şiirini.

 

*Tarihin Kum Saati – Mehmet Barış, Klaros Yayınları, 1.basım, Ekim 2025

**Tam Yol Şiir – Ahmet Günbaş, Klaros Yayınları, 1. basım, Ağustos -2021, “Sınıfın Camından Bakmak, s:143)

 

FacebookTwitter
FacebookTwitter