Oylumlu konular üzerine kelam etmek zordur… Kişi, düşünce açıklama uğruna söz almışsa eğer, dallı budaklı tümcelere kapılabilir. Pürüzlere takılıp heceleri, sesleri ilmikleyip örülebilir kıldığı halde, sözcük (kelime) dizisi, konuşanın/ yazanın meramını bildirmeye de yetmeyebilir! Belki yetmeyebilir! Demek istediğini, tam da dediğini sanırken naçar hatip ya da kâtip (yazan) tıkanıverir… İnsanlık hali işte! Doğa-insan-zaman sacayağı dikkat mıknatısını kendinde tutar! Yani geçmiş (tarih) bilge nefesiyle eşlik eder güncelliğe… Dün bugünün ardılı değil mi kozmik takvimde? Yarın bugünün öncülü? İnsan evladının algı/ zihin kıblesi, sınırlı süre kalacağı ömür adasına tutsaktır her koşulda! Her çağda! Geçmişin kılavuzluğu da kaçınılmazdır haliyle… Geleceği gözeten ‘anlam’ ve yarar (fayda) ise durmaksızın yaşamın (dirimin) peşinden koşar. Peşinde olduğu şey(ler) iletişim sağlamak amaçlı eylem ve araçlarıdır…
Salt sözcük dağarcığının varlığı (zenginliği) ile ya da salt iradesiyle yol kat edemez sanatçı ve eseri! Bulunduğu konumdan ileriye geçemez! Yerinde debelenir durur! Çünkü sanatın devrimci ruhu ve de atılımı, yapıtın/ eserin sürekliliği işlevini tamamlar: İşlevi/ etkisi gelecektedir daima! Sanatı devrimi ilerici niteliğiyle yaşama katılır. Sanatın özündeki gelecekçi devrim çekirdeği hayatı ve insanı gözetir. Gericiliğe karşı ilericiliği savunur! Yaratıcı birey, (öleceğini bilen ölümlü insan evladı) kendi beden varlığından sonrasını dert edinir! Yarına, (sonsuz yarınlara) kalacağına kuşku duymadığı, yaşam meyvelerinin (eserlerinin); güzelliğin, estetiğin, yararının ve anlamın geleceğe ait olduğunu da bilirler… Sanatın devrimi de oradadır, kesintisiz gelecek hayalinde ve umudunda… Gelecek, olağan zaman akışının durdurulamaz, engellenemez akışındadır. Geçmişe işaret bırakan yerdir, uğradığı istasyon… İnsanlığın sonsuzluk hayalini anlatan sanatın özü devrimcidir, biçemi de devrime uyarlı… Devrim, yaşamı kuşatan kavramdır, kabul ama sanatın özgürlüğünü sağlayan, güvence altına alan gerçekliktir de, evrimin aşamaları süresince!
Sanatın tarihi üzerine kütüphanelerde birikmiş eserler bulunmakta… Kitaplardaki tezler elbette büyük kültür zenginliğidir. Oradan öğrenilecek en önemli ilke, sanatın doğal, özgür ortam ve atmosferde dünyaya geldiğidir! Yaratım anı ve sonrasındaki süreç, her sanat yapıtı için aynıdır: Yaratı(m)cı özne (birey) kalbinden, aklından ve elinden doğar sanat nesnesi… Üretenden doğduğu ve yayım yolculuğuna çıktığı, kullanan (tüketen) için somut biçim verildiği gerçeğidir söz konusu serüven… Ve elbette devrimcidir sanatın serüveni. Yıllar ve yaşananlar göstermiştir ki söz konusu süreç yapaylığı taşımaz bünyesinde. Şiir, öykü, roman, beste-müzik, resim, sinema, yontu vb. sanat alanlarında, içten geldiğince ve harcanan emek yoğunluğunca ürün/ yapıt sunulur kamuoyuna… Arz edilir! Sonrası sanatın algılanma evresidir. Sanatın devrimci gücü orada da sürdürür yayılma aydınlatma etkisini…
Zorla sanat olmaz! Emirle sanat olmaz! Siparişle sanat olmaz! Devrimlerin sanatı veya sanatçısı da olmaz, olamamıştır! Tarihin bağrındaki örnek(ler) acı söylüyor: Sovyet Devrimi henüz ‘çocukluk’ yıllarını aşamadan ‘kültürde değişim’ deneyimi yaşanmış; ideolojik yükümlülük, ajitasyon ve propaganda ilk amaç sayılmış. (Bakınız; “1917’de kurulan NarKomPros’un (Aydınlanma Halk Komiserliği) başına Anatoli Lunaçarski atandı. Tüm Rusya Proletkült Merkez Komitesi’nin (1917-1920) üyelerinden Aleksandır Bogdanov, somut gerçekliğin yeni proleter düzenin sanatıyla değiştirilebileceği fikrine inanarak farklı yaklaşım ve grupları Proletkült adı altında merkezîleştirdi” bilgisini aktaran yazıya. (Gökçeçiçek Savaşır, “Rus Avangardı ve Ajit-proplar” 9/12/2022/ skopbülten/…
Bakınız; Stalin’in Kültür Bakanı, Jdanov dönemi! Bakınız; Çin Kültür Devrimi hüsranları, Bakınız; ABD kapitalizminin insan haklarını budaya budaya kin-kan-can döktüğü yıllar… Bakınız; Avrupa, Asya, Afrika ülkelerinde darbe-devrim adı altında köreltilen sanat ve özgürlük alanları… Ve en önemlisi, Hitler hegemonyasında ezilen, yok edilen sanatçı ve sanat eserleri… )
Sonuç: söz konusu dönemlerde ceza ve yıldırma ile “Sosyalist Gerçekçilik” inşa edilememiştir. Politik misyonla, hedefle ve amaçla “estetik ürün” yaratılamamış, yani insanları hizaya getirme misyonu ile sanat başarısı elde edilememiştir. Çünkü politik/ estetik vizyon (bakış açısı) ihmal edilmiş, unutulmuşsa işlev/ etki gücü ve süresi sınırlıdır. Yaşamın, toplumun kurulan her ‘yeni düzen’ mekanizması doktrini ne olursa olsun devrimci olarak tanımlanabilir ancak yarattığı atmosferin sanatı, estetiği, planla, programla, emirle, ekonomik lütufla (katkıyla) sağlanamaz!
Yaşanmış, görülmüş ve öğrenilmiştir: Kültür sanat, edebiyat alanında, parti, cemaat, vakıf, dernek, kulüp, tarikat emrine göre eser (yapıt) üretilemez! Denebilir ki insanlığın deneyim tarihi sanat ile zaman ve koşullar bağlamında, devrimci olduğunu kanıtlamıştır. Ancak toplumsal çalkantılar, düzen değişikliği ve iç savaşlar ertesinde en büyük darbeyi sanatçılar ve sanat görmüştür. Büyük devrimler, sanata izlek (tema) konu olmuş; eserler/ yapıtlar ortada… Güdümlü ortam ve koşullar, devrimci sanat nesnesi üretememiş, iktidarı pekiştirme eyleminin aracı olamamıştır. Kaynakların aktardığı ve ‘Akademi’ mahfillerinin tezleri de ağırlıkla o yönde: “Rus Avangardı ve Ajit-proplar” (9/12/2022/ skopbülten / Gökçeçiçek Savaşır) başlıklı yazı örneğin işbu savı destekler nitelikte. Sanatın estetik gücü ile sanatın siyasi (sosyal) gücü arasındaki salınım ya da rekabet, sanatçı bireyi yani yaratı(m) öznesini bağlayıcı, özgürlüğü kısıtlayıcı değil mi, sorusu henüz yanıt bulamamış gibi…
Altı çizilesi saptama şu ki, sanatçı kişi devrimci olabilir hatta karşı devrimci yol-yöntem izleyen birisi de olabilir. Düşünce ve eylem alanında yaratım ve yaratılan eser/ yapıt önemlidir. Devrimci, ilerici nüveleriyle iz bırakır zamanda. Aksi durumda (dinci-gerici-karşı devrimci) ise silinip yok olur. Sonuç, kişinin (sanatçı addedilenin) ürettiği estetik üründür yaşayan, insanlara ulaşan. Çünkü esas olan sanat öğeleri nakleden yapı(t) eser nesnesinin estetik biçemi ve biçimi, özgünlük kıvamıdır. Yani kalite/ kırat düzeyi ki, içindeki devrimci öğeler, aranan/ elzem, başat çekirdektir. Zira sanat yapıtı daima devrimci ruhuyla var olur, zamanda kendi yönünü kat eder! Sonuçta sanat, doğanın ve yaşamın evrimini içerirken, insan evladının olgunlaşmasına, bilinçlenmesine, gelişmesine (uygarlaşmasına), ilerici yolculuğuna katkı sunar. Haliyle gericiliğe, dogmaya (kör inanç kalpazanlığına) kapital (anamal) tiranlığına direnir. Devrimci sanat, insanlığın paha biçilmez erdemlerini, maddi-manevi değerlerini içerir!
Devrimlerin emrine giren sanat mümkün değildir! Çünkü yaratıcı bireyin devrime ve elbette yeni sisteme/ topluma karşı sorumluluğu önceliklidir! Devrim döneminin dayattığı sanat da haliyle olanaksızdır; devrimin sanatı olmaz ama sanatın ‘kesintisiz devrim’ hali kaçınılmazdır. Hayat ile koşut, hatta çoğu durumda iç içe akan devrim silsilesi de elbette yadsınamaz o nedenle! Çünkü ideolojik sıkı düzen, tiranlık ve doktrin yasakları, sanat ortamı için ölümcüldür. Bu bağlamda ilginç araştırma, “Devrimde Sanat ve Sanatta Devrim: Estetik Üretim ve Tüketim” başlıklı çalışmanın ışığında bakılabilir soruna… 25/9/2017/ skopbülten / Sergey Tretyakov, Çeviri: Ayşe Boren yer alan adı geçen metin ufuk açıcıdır: “(…) Sergey Tretyakov’un Proletkült hareketiyle yakın işbirliği içinde çalıştığı bir dönemde yazdığı ve ilk kez 1923 yılında Gorn dergisinde yayınlanan (…) bu makalede Lef’e (Sol Sanat Cephesi) mensup sanatçılar tarafından geliştirilen üretim sanatının değişik bir türünü inceler. (Kaynak: “Art in the Revolution and Revolution in Art (Aesthetic Production and Consumption)”, October 118 (Güz 2006). Devrimci Sanat ya da sanatçı devrim bağlamında öne sürülmüş sorularla ilerleyen kavram sorgulaması kesinlikle dikkate değer. Devrim sürecindeki sanat etkinlikleri, arayışları, çelişkileri kayda geçirmiş. Örneğin yazının başlangıcı çarpıcı saptamaları içerir:
“Devrimci yayıncılığın önde gelenleri tarafından nihayet “Sovyetlere yaraşır bir gündelik hayat”a kavuştuğumuz yolunda kendinden emin cümleler okuduğunuzda; mistik yazar Andrey Bely’nin proleter şairler için esin kaynağı olarak gösterildiğine şahit olduğunuzda; edebiyat eserleri pıtrak gibi çoğalmaya başladığında; devrimci olay ve duyguları “temsil eden” roman ve hikâyeler ortalığı sardığında anlıyoruz ki, hayatın bütün alanlarını baştan aşağıya yeniden değerlendirmemizi sağlayan devrimci sistem sanat alanına pek tesir etmemiş. “Devrimin gerçek kazancı” olan düşünce ve duyguları bilinçte billurlaştırmamız gereken bir döneme girdiğimizi unutmayalım. Hâlihazırda, en hayati mücadele, bireyi ideolojik olarak örgütleme mücadelesidir. Marx’ı basitleştirip çarpıtanlara, üretim biçimlerinin değişmesiyle beraber bilinçlenmenin de “kendiliğinden” gerçekleşeceğini savunan o kadercilere katılmıyoruz. Aksine, devrimci meselelere ışık tutan her bilginin ve devrimci faaliyeti güçlendiren her duygunun, bilinçlenme yolunda tali olmakla beraber hâlâ etkili faktörler olduğunu düşünüyoruz. Bu faktörler, bireyi yeni baştan kuruyor ve “dünya üreticiler komününe” giden yolda adımlarımızı hızlandırıyor.
Nesnel olarak devrim, sınıf hiyerarşilerini altüst eden ve sosyoekonomik formların değişim hızını dramatik bir şekilde artıran tarihsel bir süreçtir. Öznel olarak devrim, kolektif çıkarlar tarafından örgütlenmiş bireyin, yepyeni görevlerin gündeme geldiğini ve bunları yerine getirmek için yeni araçlar icat etmek gerektiğini fark etmesi anlamına gelir.
Sanat da tıpkı diğerleri gibi bir üretim süreci değil midir? Sanatın hayatla nasıl bir ilişkisi vardır? Hayatta nasıl bir rol üstlenir?
Sanat eserleri mutlak bir değere mi sahiptir, yoksa onlar da, diğer her şey gibi, Marksist diyalektiğin merkezinde bulunan görelilik ilkesine mi tabidir? Estetik ürünlerin (sanat eserlerinin) üretimini ne tetikler; tüketimini ne koşullandırır?”
Tartışmaya açılan devrimci eylem değildir elbette! Sanat-hayat eksenli devrimci eylem türü olarak estetik üretim ile sosyal amaç (işlev) çatışması da değildir! Toplum ile birey bakımından yaşam ilkesi, ülküsü yani varoluş anlamı, gelişmeye, ilerlemeye doğru tasarım gerektirir. Her tasarım-gerçekleşme etkinliği gibi sancılıdır. O nedenle sanatın estetik kışkırtıcılığı yanında insan geleceğine yansımaları da bulunduğu çağı ilgilendirir.
Devrimlerin gelişi ve gelişimi yıkıcı kasırga ile belleklerde yer eder… Toplumsal değişimi, ‘proletarya diktatörlüğü’ ile amansızca uyguladığı da bilinmekte ki başarısının bir ayağı oraya basar… Sadece liberal bir saptama değildir; “Devrim çocuklarını yer!” tümcesi! Dünyanın deneyimleri belgelerdedir: Devrimin arayış serüveni, sanatı özümsediği oranda estetik yaratım/ üretim olanakları, özgürlüğü, demokratik atmosferi sağlamakla gerçekleşecekken, umulan olmamıştır. Oysa söz konusu sanatçı ve sanat olduğunda, insan kaynağı, bireyin kişiliği, yeteneği, yetkinliği ve çabası/ çalışması önemli rol oynar. Devrimlerin önderleri bilirler bunu…
İdeolojik seçim, doktrin ilkeleri, bilimsel, sanatsal birikim estetik algılayışı besler ama bireysel kısıtlamalar, özgürlüklerden ver(dir)ilmiş ödünler, sanatın zararına işler. Deneyim yani tarihsel pratik, sosyalist düzenlemelerin sanatın devrimci, özgürlükçü, gelecekçi ruhuna ket vurduğu ne yazık ki kanıtlandı… Dramatik sanatçı sürgünleri, tutsaklıkları, ölümleri görülmüştür. Söz konusu durum, evrensel boyutta sanatın devrimci felsefesine, söylemine, izleğine, imgesine sinmiş. Ne var ki tiranlığa dönüşmüş doktrin baskısı toplumsal devrimi de sakatlamıştır. Yani devrimin, doktrinin sanatı olmamış, olamamıştır… Vurgulamakta beis yok: Devrimin sanatı yoktur ama sanatın devrimi daimdir. Eleştiriyi, özeleştiriyi sineye çekememiş, büyük ölçüde suskunluğu, olumsuzluklara katlanmayı yeğlemiş, bireyin karakterini köreltmiştir, yargısı da dile getirilir.
Günümüze yansıyan devrim soruları ve sorunları, entelektüel haliyle bilimsel (akademik) dünyayı uğraştırmaktadır. Yukarıdaki alıntıda adı geçen Andrey Bely ve adı geçmeyen Rudolf Steiner, estetik derinlik ile felsefe -düş- ağırlıklı yaratım/ üretim (sürrealist) yapıt/ eser etkileşiminin izini açanlardır. Çağının sanat anlayışını belirlemede başroldedirler. Wikipedia bilgisine göre Andrey Bely de etkilenir… “Aynı zamanda bir postkognisyon medyumu olan Rudolf Steiner spiritüalizm ve teozofi çevrelerinde Atlantis ve dünyanın bilinmeyen geçmişi hakkında “akaşik okumalar”ıyla bilgi veren iki önemli isimden biri olarak kabul edilir. Naziler’in baş düşmanlardan biri olarak kabul ettikleri Steiner’ı Hitler, çeşitli baskınlar düzenlemesine rağmen yakalattıramamıştır.” (https://tr.wikipedia.org/wiki/Rudolf_Steiner) Sovyet Devriminden sonraki sanat akımları ve grupları, manifestoları ve kritikleri üzerine söylenecek çok şey var ancak devrim bağlamında yaşanan serüven tarihsel verileri beslemiş, zenginleştirmiştir demek yanlış olmaz! Konu, derinliği bakımından bitmez cevher yatağıdır adeta: Sanatın tarihi için çalışılacak benzersiz madendir. Günümüzün modern olanaklarıyla ulaşılması, yararlanılması için adres çok! Örneğin: “Sanat tarihçisi Mazhar İpşiroğlu ve Nazan İpşiroğlu’nun 1970’li yılların sonunda birlikte yazdıkları Sanatta Devrim, 20. Yüzyıl sanatının karmaşık doğasını anlamak konusunda okura yardımcı oluyor. 20. Yüzyıl Batı sanatının pek çok farklı akımla ve sanat olaylarıyla şekillenmesi, bu akımların ve sanat olaylarının birbiriyle olan ilişkileri, dönemle ilgili bilgi almak isteyenleri yoğun, zaman zaman da ucu bucağı belirsiz bir bilgi denizine götürüyor. Sanatta Devrim, bu bilgi denizine açılmaya gönüllü okura sistemli, bütünlüklü ve nitelikli bir kılavuz sunarak onun çıktığı bu 20. Yüzyıl Batı sanatı tarihi yolculuğundan keyif almasını sağlıyor.” (Mazhar İpşiroğlu, Nazan İpşiroğlu HayalPerest Kitap, İstanbul, 2017) Hayat hazinesine düşünceyle değer taşıyan, insanlığa ve geleceğine bilim ve umut ışığı katanlara ne mutlu!
Güdümsüz sanat, özgürlükte sanat yaratımı/ üretimi, bireyin temel hakkıdır. Sanatçı kişi, sanatını siyasete adadıysa özgürlüğünden vazgeçmiş olur büyük ölçüde. Çünkü adanmışlık yükümlülük getirir. Sonuçta, siyasetin devrimi ile sanatın içsel devrimi çelişkiye düşer. Tolum için sanat sloganı ile sanat için sanat, döne dolaşa insan (birey) için sanat doğrultusuna girmiş görülse de yozlaşma, kısırlaşma, kabalaşma kaçınılmaz olur. Sanatın lirik ve hümanist özü zedelenir. Teknoloji, endüstri, ekonomi ve gelecek kaygısı (korkusu) koşullarında sanatın devrimi özünde (içerikte) filizlenecektir yine… Yaşamı güzelleştirecek estetik arayışları da sürüp gidecektir! Sanatın içeriğindeki bitmeyen devrim, düşünmeyi, duymayı, algılayıp yorumlamayı zamana perçinlemektedir. Varoluş halinin, doğayı, dirimi, düşlemeyi ve ‘an’dan anlam üretmeyi, yani aydınlanmayı barındırmasıdır. İnsan evladının özgürlüğü vazgeçilmezdir o nedenle… Diyeti ne olursa olsun! Devrimci sanat, devrimci düşünceden beslenirken, işlevsel sonucuyla insanı ve estetiğini, yaşama hazzını gözetir. Yaşamaya ve aydınlanmaya bağlanmayı devrimci eylem diye okumak, sanatın sancısıyla, sevinciyle varoluş çabasının verimliliği ya da sonucudur.
Kaynağa, “Devrimde Sanat ve Sanatta Devrim: Estetik Üretim ve Tüketim” yazısına bakmakta yarar var:
“İnişleri ve çıkışlarıyla, buluşları ve yıkımlarıyla, sevinçleri ve badireleriyle sürüp giden fiilî yaşamımız; üretim ve tüketimi kolektifleştirerek tekil bireyleri kolektifin bünyesinde buluşmaya zorlayan yaşamımız; bütünlüğü içinde yaşamımız… Kelime, ses, renk, malzeme ve insan faaliyetlerinin etrafında örgütlenmesi gereken yegâne önemli ve temel mesele işte bu…
Devrimle ve mümkün kıldığı bakış açılarıyla bağlantılı olarak, estetik üretim ve tüketim olarak sanat meselesini; bir başka deyişle hayat ile sanat arasındaki ilişkileri gündeme getirmemiz ve soruşturmamız gerekiyor. Herkes bu yaşamın sanatçı-yapıcısı olmalı. Lirik mısralar yeryüzünden silinecek belki; ama dilin yeniden inşasında bize yol gösterebilecek modeller olmayı sürdürecekler. Sanatın ağırlık merkezi yaşama; nesnelerin hat ve formlarına; gündelik dile; bitkilerin, fabrikaların, limanların sokakların, traktörlerin ve işçi meclislerinin sesine kayacak. Hayatımızı inşa edenler, kusursuz sanat eserlerine değil, örgütsel becerileri olan ve hayata her yönüyle vâkıf olunmasına giden yolda önüne çıkabilecek engelleri aşma iradesi gösteren kusursuz bireye odaklanmalı.” (25/9/2017/ skopbülten / Sergey Tretyakov, Çeviri: Ayşe Boren)
Akan, devinen, öğreten zaman devrimcidir ve sanat ile özdeşleştikçe bireyin düşünsel/ ruhsal zenginleşmesine kaynaklık eder. Sanatın devrimciliği, üretim-tüketim ilişkilerinden önce bireysel yaratımın tutsaklığa ve ölüme direnmesindedir. Sanatın kitlesel üretimi ve tüketimi devrimci özüne, izlek arayışına/ buluşuna ve imge kaynağına itirazı akla getirir. Sanatın birey-toplum örgütlenmesine katkısı yadsınamaz. Sosyalist eğitim düzenindeki eğitim rahlesinden dersler almış olmak ve “her şey insan için, “sanat toplum için”, “her şey sosyalizm için” öğretilerinin yansımalarına tanıklık etmiş, yaşamış, yazmış olmanın etkisiyle kelam ettik şurada: Sanattaki dinmeyen nabız devrimci atom çekirdeğinin sonsuzluğundandır. İdeolojik devrimin propaganda aracı kılınamamıştır sanat… Bu sonuç, sanatın devrimci tohumlardan doğduğunun kanıtıdır. Sanatçı, yani yaratıcı birey, diyalektik düşünmeye, gerçekçi söyleme devrimci niteliğiyle eşlik eder.
Sordukça, yanıt aradıkça yol da uzar! Sanat yapıtının devrimci ışığı üzerimizden eksik olmasın!