YOK SAYMANIN DAYANILMAZ HALLERİ – E. Bülent Yardımcı

FacebookTwitter

 

Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe sözlüğüne göre, yok saymak “olsa bile olmamış kabul etmek” olarak anlamlandırılmış; ama bu masum gibi görünen tanımlamanın çok ötesinde ve çok farklı anlamları da ele alış biçiminize göre içinde barındırmakta. Ayrıca, yok sayılanı, ötekileştirme ve giderek yok etme eylemine kadar da bir sonuç doğurabilmekte.

En masum hali üzerinde şöyle düşünülebilir: Şu veya bu nedenle birine kızabilir, o kişiyi ya da olan’ı yok sayabilirsiniz. Özsever (narsist) karakterler, bilimde, sanatta, tarihte vb. kendi dışlarında gelişmiş/gelişen şey’leri görmezden gelebilir, o şey’leri olmamış kabul edebilirler. Ama bu davranış biçimi toplumsal dinamikleri etkiler hale geldiğinde ve devlet ideolojilerine dönüştüğünde göreceli masumiyetini kaybeder ve iş, yok sayılanı yok etme şiddetine kadar varır. Buraya bir nokta koyup altı yüzyıl öncesine gidelim.

Dr. Hikmet Kıvılcımlı, İbni Haldun için “kadim çağın Müslüman Marks’ı” der.(1) İbni Haldun, “sosyolojinin kurucusu”, “tarih filozofu” olarak anılmayı Mukaddime adlı eseriyle bileğinin hakkıyla elde etmiş bir düşünür. İbni Haldun, Mukaddime için “…kısacası tarih alanında bir kitap yazdım” der ve çalışma yöntemi hakkında da günümüz insanına rehber olacak nitelikte sözler söyler.

“Ben ne zaman ki tarih yazarlarının kitaplarını gözden geçirdim, ne zaman ki geçmişin ve bu günün derinliklerine inebildim, işte o zaman, gerçeği derinliklerinden çekip çıkaracak gözdeki dalgınlık ve uykunun uyuşukluğunu kaldırıp attım.”(2)

Bu büyük düşünür, kendinden öncekileri yok saymamış, var saymanın yaratıcılığında insanlığa büyük bir armağan bırakmıştır. Narsist kişiliklere, kendinden öncekileri yok sayma gafletine düşenlere de gerekeni söylemiş: “…eksik yaratılışlı, geri zekâlı, kalın kafalı yazarlar…”

Yazının başında belirtilmişti, yok saymanın ucu bucağı yok, asıl tehlike de içinde barındırdığı yok etme eylemine kolayca dönüşebilmesi.

 

Faşizmin temel unsuru, yok saymak

Yok saymak, tarihi kendinden başlatmaktır; faşizmin temel dinamiği de budur. 21. yüzyılın önemli düşünürlerinden kabul edilen Yuval Noah Harari’nin yazdıkları konumuz anlamında önem taşımakta.

“Pek çok insan kendini dünyanın merkezi, ait olduğu kültürü de insanlık tarihinin kilit unsuru saymaya meyillidir.”(3)

Bu saptamanın ışığında Harari’den yararlanılarak dünyaya bakıldığında görülenler ilginçtir.

Yunanlılar, tarihi kendilerinden başlatıp tüm önemli fikirlerin ve buluşların Atina, Sparta, Kostantinapolis’te doğduğuna inanmakta.

Çinli milliyetçiler, Batılılar, Müslümanlar ya da Hintlilerin yapıp ettiklerinin Çin buluşlarının sönük birer kopyası olduğunu düşünmekte.

Hindu milliyetçiler, uçak ve nükleer teknolojinin Hint Yarımadasından çıktığını iddia etmekte.

Türk, İran ve Mısırlı milliyetçiler, Hz. Muhammed öncesinde kendi soylarının insanlığın medarıiftiharı olduğuna ve Kuran indikten sonra da İslam’ı koruyup, kollayanın, yayanın kendileri olduğu dair teoriler ve bu teoriler doğrultusunda pratikler üretmekte.

Avrupalılar, Amerikalılar, Japonlar, Ruslar ve benzerleri de kendi milletleri olmasa dünyanın barbarlıktan ve ahlaktan yoksun bir cahillik içinde kalacağına kanaat getirmiş durumda.

Harari’nin gözlemlerinin sonucunu birebir aktarmakta yarar bulunmakta.

“Bunların hepsi tarihi bile isteye hiçe sayan ve ziyadesiyle ırkçılık barındıran asılsız iddialar. İnsanlar dünyaya yayılıp bitki ve hayvanları evcilleştirdiğinde, ilk şehirleri kurduğunda ya da yazı ve parayı icat ettiğinde günümüz din ve milletlerinin hiçbiri yoktu ortada. Ahlak, sanat, maneviyat ve yaratıcılık dediğimiz şeyler genlerimize işlenmiş evrensel insan becerileridir. Doğdukları yer de Taş Devri Afrika’sıdır.”(4)

Yazının bu bölümünde milletlerin, o milletleri yönetenlerin yarattıkları yalan tarihi dayanak yapıp büyüklenmelerinin, “ırkçılık barındıran” iddialarının dünyada yaşanmasına neden olduğu bazı acı olaylara, bu yazının sınırlarını da gözeterek değinelim.

Siyahilerin insan kabul edilmediği; Kızılderililerin yok sayılıp yok edildiği; Alman, İtalyan, Japon faşistlerinin dünyayı kan gölüne çevirdiği; Yahudilerin fırınlarda yakıldığı, gaz odalarında yok edildiği; bir bombayla kentlerin içinde barındırdığı tüm canlılarla yok edildiği, 2. Dünya Savaşı’nda atılan toplam bombalardan daha fazlasının Vietnam halkının üzerine yağdırıldığı, hain kere hain, sinsi bir proje olan Büyük Ortadoğu Projesini uygulamak amacıyla Irak’ta iki milyon sivilin yok edildiği, Libya’nın altüst edildiği, Suriye iç savaşının yarattığı… acılı günler geride kalmış gibi görünüyor olabilir.

Ama öyle değil!

Yok saymanın, büyüklenmenin, kendi ırkının, kendi dininin yüceliğine inandırılmış kitlelerin/insanların bir vahşetin unsuru haline gelebildikleri dünyanın bir çok yerinde ne yazık ki görüldü, yaşandı; görülüyor, yaşanıyor.

Bugün Filistin coğrafyasında planlanmış ve uzun soluklu bir yok sayma/yok etme operasyonu dünyanın gözleri önünde acımasızca sürdürülüyor.

Bu yaşanmışlıklara, daha dün gibi duran bir iğrençliği de ekleyelim. 1995 yılı, Temmuz ayı, yer Srebrenista civarı… Sırp faşistleri, kadınların ırzına da geçip sekiz bin Müslüman Bosnalı’yı katlediyor.

İnsan var olduğundan beri kendinden, kendi ırkından, kendi inancından olmayanı yok saymaya, yok etmeye sanki genetik anlamda kodlanmış gibi.

Babil Kralı Hammurabi inandığı tanrıların kendisine topraklarında adaletli olmayı, kötülüğü ve şerri yok etmeyi, güçlünün güçsüzü sömürmesini engellemesi gerektiğini söylemiş. Demek ki, adaletsizlik, kötülük, şer, güçlünün güçsüzü sömürmesi o tarihlerde de varmış. Yoksa, Hammurabi’ye tanrıları niye böyle yapması gerektiğini salık versin.

Dünyada dün ve bugün insanlığın yaşadığı karayasların tek nedeni, şu veya bu biçimde, yok saymanın dar ya da geniş anlamıyla açıklanamaz elbette.

Yok sayma ideolojik bir unsurdur. Coğrafya üretici güçleri arasındaki üretim ilişkileri, ekonomi-politik yapılandırır din, ırkçılık, milliyetçilik olgularını. Bu olgular yönlendirir yok sayma ve yok etme eylemlerini. Yine Harrari’nin bir tespitini aktaralım.

“Şimdiden en zengin %1’lik grup dünya servetinin yarısını elinde tutuyor. Daha da tedirgin edici olanı, en zengin yüz kişinin servetinin en yoksul dört milyar insanın toplam servetinden çok olması.”(5)

Bu düzenin devam etmesi için bu %1’lik kesim, insanlığın içinde kardeşliğin gelişmemesi için her türlü alçaklığı yapmaktan; insan toplulukları, halklar, milletler, uluslar arasına hançer sokmaktan hiç geri durur mu?

 

Yok sayılanı var saymak

Bir de şu gerçeklik var, sizin yok saydıklarınızı, bazıları yani iyi saatte olsunlar kendi çıkarları ve projeleri doğrultusunda var sayarlar; aptallıklarınız ve saçma korkularınız yüzünden yarattığınız boşluğu onlar doldururlar ve başınıza örülen çorabı bir türlü çıkarmanıza da izin vermezler.

Örneğin, yükselen toplumsal muhalefeti ezmek için ordunuza 12 Eylül’de bir ihtilal yaptırtırlar, ulusunuzu oluşturan önemli bir kesim olan Kürtlerin kendi dilini konuşmasını yasaklatırlar, cezaevi adı altında yapılandırılan işkence evlerinde işlenen insanlık suçlarını görmezden gelirler.

Çanakkale’de omuz omuza savaşmış insanlar arasına kin ve nefret tohumları ekmek için bütün hinoğlu hinliklerini kullanırlar. Yok saymanın dayanılmaz bütün hallerini uygularlar, uygulatırlar.

Ukrayna-Rusya Savaşı’nda, Lübnan İç Savaşı’nda, Irak-İran Savaşı’nda, Yemen’de, Suriye’de, Irak’ta, Sudan’da vb. yaşanmış olanların, yaşananların temelinde hep bu yok saymalar, etnik köken jargonu, ırkçılık, milliyetçilik, dinsel yapılanmalar, mezhepler, ötekileştirmeler vb. yatmakta ve dünya şu %1’lik dilimin şeytani organizasyonlarına kurban edilmekte.

Finans-kapital çetesi, etnik köken/ırkçılık, dinsel/mezhepsel inanışlar bağlamında ayrılığı, düşmanlığı her türlü aracı kullanarak tüm dünyada uygulamakta.

Dünya, yok saymanın, ötekileştirmenin, giderek yok etmenin sancılarını daha uzun süre çekecek gibi. Cahilleştirilerek sürüleştirilen kitlelerin dincilik, ırkçılık sarmalında birbirini boğazlamasının önüne geçilemediği sürece de bu kanama devam edecek.

Bu yazıya, altın çağı betimlemiş bir Sümer kil tabletinden alıntıyla nokta koyalım.

“Bir zamanlar ne yılan vardı, ne akrep vardı,

Ne sırtlan vardı, ne arslan vardı,

Ne vahşi köpek vardı, ne kurt.

Ne korku vardı, ne işkence,

Adamın rakibi yoktu.”  (6)

——

1-   Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Metafizik Sosyoloji Eleştirileri. syf.36

2-   İbni Haldun, Mukaddime, syf. 68

3-   Y. Noah Harari, 21.Yüzyıl İçin 21 Ders, syf.173

4-   a.g.e syf 72

5-   a.g.e syf 82

6-   S. N. Kramer, Tarih Sümerde Başlar, syf 198.

 

 

 

FacebookTwitter
FacebookTwitter